9 Temmuz 2011 Cumartesi

Sinir sistemi olan her varlığın sabrının sınırı var

Benim melezin de varmış...

İki gün içinde üçüncü defa veterinere götürünce anladım. Daha adımını atar atmaz durdu, kokladı. "Hayy ....! Ben burayı biliyorum, yemezler!" dedi. Çekmeye çalışırken, traş olmuş köpeğin tasmasının bir tık daha kısaltılması gerektiğini öğrendim. Başını eğdi tasmayı kolye gibi çıkartıp vınnn!

Ben de salak salak bakmanın büyü olmadığına, kaçanı geri getirmeyeceğine uyanıp peşine düştüm... Benden birkaç milyon adım öndeydi tabii... Apartman bahçelerine dalmakta sakınca görmedi. Üçüncü köşeyi dönerken, trafik korkusunu hesaplayıp geri döndüm ve karşısına çıktım. Yeteri kadar kurnaz olmadığını anladı. Yine başını eğdi ve
tasmayı taktı. Bu kez tasmasına asıldım. Boşluğu kendi lehime kullandım. Ve sokabildim veterinere... İlacımızı olduk, pomatımızı aldık. Amanın özgürlük! Aç kapıyı gidelim. Evimize gidelim!

Haklı yahu! Ben de iki günde üç doktor görmek istemezdim.

Sonra Dilek'in telefonu yetişti imdadıma... İki goldenı ve iki kedisi evde, bir çoğuda kapı önünde... "Hemen kapıları aç." dedi...  Deneyimli. Güvendim. Açtım. Salona yerleşti oğlan. Zaten o, uslu, hiç bir şeye dokunmuyor dediğim yaratık, ortalığı epey bir dağıtmış... Oyun oynamayı mı keşfetti ne? Neyse... şunları yazarken bile yüreğim daralıyor. Gecenin bir vakti, üçüncü türden bir karşılaşma gerçekleşirse? Ben yine mi uykusuz kalacağım bu gece? Kahveyi içmek yerine oturup bütün paketi yesem daha iyi. Kalbim belki yerinden fırlar gider, bir duvara yapışıp dinlenir.

Oğlan kızın kokusunu aldı. Kız da onun, illaki... oy ben nerelere gideyim? Ben başıma ne işler açtım? imdat...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder