6 Aralık 2013 Cuma

çok iş vardı...çok

Çok ihmal ettim blogumu... üzüldüm de... ama yapacak bir şey yok. Acil yetiştirilmesi gereken bir senaryo vardı. Bakanlık destekli.. O desteğin yarısını alıp dişe yatırdık :) Diğer yarısını almak için de senaryoyu bitirmek gerek... Eh bazen tıkanır insan. Başlığı yazdım ve iki ay sonra altını doldurdum... 118 sayfa tuttu. Hemen ardından minikler için bir hikaye geldi. Onu da yazdım... Ve sonra Kasım ayında imza günü...
Harika bir destek oldu. Tabii bunda Günışığı Kitaplığı'nın o güzelim kadrosunun büyük katkısı var... 

İyi ki varsınız!


Mavi'nin kulubesinde bulmuştum bunu... 
Büyüklüğünü kıyaslamanız için çakmağımı koydum yanına. 
İlk kez bu kadar büyük bir tırtıl görüyorum. Bu ne acaba? Bilen var mı? 
Ölü gibi yatıyordu ama küreğe almaya çalışırken canlı olduğunu anladım. 
Hemen yan bahçeye tayinini çıkardım :) öldüremiyorum. 


Annemin evinden bir kaç parça eşya getirdik. Çamaşır makinesi emekliye ayırdı kendini. O arada bu küçük kitaplığı da aldım. Kardeşimin elinden çıkmış. Kendi kitaplığının üzerine ek olarak yapmış. Hemen altına ayaklar eklendi. Kaplama olduğu için zımparadan sonra boya tutar sandım ama... çok zorladı hınzır. Hemen sıyrılıveriyordu boya... sonunda sıyrılan yerleri de bırakıp bitirdim. iki kat vernikle o boya üzerinde duracak sanırım.
 Bu fotoğrafı ben çektim... kardeşim çok gülüyor benim çektiklerime... kendi boy hizandan çekiyorsun hiç bir şey belli olmuyor,diyor.



Ve işte onun çektiği :) evet haklı... 
Arkasındaki parçayı da açık maviye boyayıp üzerine stencil yaptım. Arkasını kim görecek, önü kitapla kaplanacak diye emeğime çok acıdı kardeşim ama, sonuç onun da hoşuna gitti. 


(Ve yine kendi bildiğim gibi çektim, Bir gün özen göstererek yeniden denerim) 

Ve yatak odamdaki yerini aldı. Tek boş yerdi zaten... Hemen sağında yerde görünen benim  Puma kılıklının yemek ve su tası için yaptığım alçılı, deniz kabuklu tekne ... onu yaptığımdan beri Ateş Kaptan'ın su kabını devirmesinden kurtuldum. Şimdi bahçede köpeklerin su kovasını deviriyor hıyar! :)
Şu suyla ne alıp veremediği var hiç çözemedim. Suya o kadar merakılıysa denize gitse ya... hiç yüz vermedi. 


Dünden beri üzgünüz. Hepimiz. Ama en çok Bennu. 
Akıllı kızım Sultan, Bennu'nun annesi kayboldu. 
Zehir atılıyor köye... Bir çok hayvan öldü. Kediler, köpekler...
Biriktirme huyu vardı Sultan'ın. Ekmek, çöp poşeti, lokma kapları... taşıyıp yanında yatmayı
seviyordu. Et buldu mu hiç bekletmeden yiyordu tabii ki... 
Bahçede durmasına imkan yoktu, atlayıp gidiyordu demirlerin üstünden. O yüzden ikiye ayrıldı bahçe, oğlanlar arka tarafta kızlar önde... Kapı önünden ayrılmadılar ama, istedikleri zaman gezebiliyorlardı. 
Dün sabah bizimle gelmedi gezmeye... Bennu yarı yola kadar geldi döndü... Bazen yapıyorlardı öyle... Üstünde durmadım. İşler vardı, farketmedim... Ama yemek saati gelince Sultan'ın olmadığını gördüm.
Bennu yemeğini yemedi. 
Bugün de görünmedi Sultan. 
Kızı onun kederini deniz kıyısında dalgaları seyrederek atlatmaya çalıştı. 


Öyle üzgün ki... Ben ağlayarak rahatlıyorum. Onun öyle bir şansı da yok!
İçinin acısını anlatamıyor. 
Ölmeseydi gelirdi Sultan. Ne bizi ne kızını bırakırdı... 
Zehir atanlar hakkında düşündüklerimi yazmak istemiyorum. 
Sadece o zehirli etlerini onlara yedirmek istediğimi biliyorum. 
Güzelim bir av köpeği vardı. Kırçıllı gri... zımba gibi. İyi huylu. Sakin. 
Çöpün yanında yatarken gördüğümüzde benim oğlanların tepkisi inanılmazdı. Şaşkın ve üzgün. Uzaktan kokladılar. Ölümü tanıdılar.
Aynı gün akşamüstü bakkalda, onu sahiplenmeye karar veren adamla karşılaştım. Kafesini, ihtiyaçlarını temin edip öyle almak istemiş köpeği. 24 saat daha yaşaması için bir şans verselerdi o cana, şimdi bir yuvası olacaktı. Ama evi, barınağı olanlara bile şans vermiyorlar ki... 


Yaşamın kutsal olduğunu unutmamak için...


Her öykü güzel bitmeli... 

2 Ekim 2013 Çarşamba

Her yer su


eh nihayet yağmura kavuştuk. 
Fotoğrafı çektiğimde şıkır şıkır yağıyordu. 
Yağmuru çekmek zor. Kendini ele vermiyor. 
Gencelli iyice boşaldı. Nüfusun üçte ikisi herhalde kente uçtu. Hele yağmur yağınca kimseler kalmadı. Sokak köpekleri bile... Ama biz, her şeye rağmen sokaklara çıkıyoruz. Çünkü kaka yapmamız gerekiyor. 
Tepeden tırnağa ıslanıp dönüyoruz. Bu kez eve dalmak isteyen iki köpeği havluyla kurulamak gerekiyor.
Panço alışkın. Durup katlanıyor çitilenmeye... İstediğim patisini de veriyor. 
Ama Mavi çooook şaşırdı bu işleme. Dışarda durup öyle garip baktı ki bize... Kapı girişindeki camlı bölümündeydik, Pançoyu içeri saldım. Çağırdım Mavi'yi... Yok yaa! der gibi bakıp gitti. 
Gitti de nereye? Sürekli ona çemkiren Bennu'nun yanına. Tabii ki balkona sığıştıramadı kendisini. 
Merdivenlerde kalakaldı. Gidip tasmasından çekiştirerek içeri soktum ve havlu denen aletin hiç de öyle korkulacak bir şey olmadığını anlattım yaratığa. Koyun gibi tüyleri var mubareğin. 
Bütün yağmuru üstünde barındırıyor. Havluyu sıkmak gerekti resmen. İçeri soktuk. Bence öğrendi.
İkinci yağmur da işimiz daha kolay. 
artık ikisi de evin içinde... 
Gündüzleri böyle... Gece kulubesine gidiyor. Bir gece, "yok canım, ben gitmiim, burda iyiyim" diyecek...
Ben de, "Hayır!" diyemeyeceğim. 
Valla iki değil, üç köpeği Ateş Kaptan denen hıyara tercih ederim. 
Gece yağmur vardı, evde kaldı. Canı dışarı çıkmak istediğinde tabii ki
bırakamadım uykumdan kalkıp...
Ve sabah...
TV yi açıp koltuğuma oturdum. Bir ıslaklık var!
Evet, evet... tahmin ettiğiniz şeyi yapmış öküz!
Öküzün ne suçu varsa... Geceleri dışarda kalacak. Başka yolu yok!
Başedemiyorum. 


Çiçek banyosu ve yağmur suyu toplama operasyonu.
Egenin suyu kadar kireçli su var mıdır? 
Pamukkale Egede, hatırlatırım. 
Evdeki çiçekleri sularım bari dedim. bidona biriktirdim.
küçük sulama kabına da aldım... Sonra o kabı içeri getirme gafletinde bulundum.
Bu sabahki  hezimetlerimden ikincisi de buydu işte. O kabı olduğu gibi devirmiş mutfağa... Bir de zahmet edip kilimi toplamış orta yere. Domuz!



Kitap sayfalarına yapılan resimlere bayılıyordum.
Resim yeteneği lazım. Oraya buraya karalarım, hatta "oldu işte lan!" deyip çerçevelettiklerim bile var.
Yine de bir kitap sayfasına böyle bir resim yapamam. 
Ve kitabı parçalamaya kıyamam.
Bu bir dergi... Çoook çok eski bir dergi. Kenarlarında sararmalar sonradan yapılma değil, yılların marifeti. 
Atmaya da kıyamadım. 
İşte onları parçaladım ve deneme yaptım. 
O gelincik peçete.
Püren o peçeteyi aldı, sen bununla bir şeyler yaparsın dedi.
Gelincik seven bir dostu var... Güya bana kavanoz getirecek de, ben de onu yapacağım. Ne Püren var ortalıkta ne kavanoz. 
ne yapabilirim diye düşündüm.  Bu denemeyi sevdim.
Artık ben ne yaparsam ona razı olacaksın Püren! 

Aman, içimi döktüm iyi geldi...
Ateş Kaptan'ı almak isteyen var mı? 
hihih


28 Eylül 2013 Cumartesi

yeni tatlar...


Bahçedeki palmiyeler...
Çok seviyordum onları. Sadece görünüşleri için... Tohumları salkım salkım inmeye başladı.
Bir üst katlarında da yenileri boy veriyordu. Geçen gün çimleri sularken sarı tohumların kahverengileştiğini gördüm. Kardeşim onlardan bir salkım alıp bitki üretimine meraklı bir tanıdığına götürecekti. Üretmesi için... 
Ama benim garip bir merakım var. Bazen başıma iş açacağını bile düşünüyorum ama... merak kediyi öldürür deseler de... müthiş sürprizlerle karşılaşmasına vesile oluyor bence. 
O kahverengi tohumlardan birini soydum ve tattım. 
Aaaa!!!!
Bildiğimiz hurma!


Durulur mu? Hemen toplanır bir kase dolusu. 
Tamam, bildiğimiz hurmalara benzemiyor. Nerdeyse kendisi kadar büyük çekirdeği var. Ama üzerinden
kazınan etli kısmı öyle tatlı ki! 
çekirdek gibi bağımlısı oldum! 
Kimse tatmamış, yeneceğini bilmiyorlardı. Artık biliyorlar. 

Annemin evinde japongülünün yaprak dibindeki  minik balı da tatmıştım bir zamanlar.
O da müthiştir. Evinde olanlar bir denesin :)



Ve hayatımda yaptığım ilk ekmek.
Zeytinli. Ama...
Aması şu, sol taraftaki küçükler tarife birebir uygun olarak yaptıklarım. Adeta taş!
Hemen ertesi gün internet araştırmasıyla eksiğin ne olduğunu bulup bir kez daha denediğim ikinci zeytinli ekmek. Yenebilir düzeyde olan sağ taraftaki büyükçe olan... 
Fark ne biliyor musunuz? İçine konan yağ! 
İlki de yendi. İnat ettim yedim. Çaya batırdım falan, yedim. Tadı çok güzeldi. Ama işkenceydi tabii ki... 
Ben bu ekmek işini çok sevdim. 
İlk yaptığımda instant maya kullandım. İkincisinde suda eritilen kuru mayayı... bir kez de yaş mayayla denemek istiyorum. Belki fırına girdiğinde puf puf kabardığını görürüm. 
Denemeye devam... 


Kış geliyor... Sonbahar yağmurları başlar yakında. Ege'nin yağmurları da meşhur... 
Mavi Pançoyla birlikte yeni oluşturulan bahçeden pek ayrılmak istemiyor. 
Çözüm, diğer bahçe tarafında kalan kulubelerden birini transfer etmekti...
en küçüğünü taşıdık. 
Çok sevdiği battaniyesini de içine koydum. İlk konuk Ateş Kaptan'dı...
Tam bunu yazdığım sırada bir şrrrr sesi duydum ve....
Beni yalancı çıkardı bok kafalı. 
İki saat önce kardeşime artık etrafa işemekten vazgeçtiğini anlatıyordum. 
Koltuk yine gitti! 
Hıırrrrrrrrrrr!
şu an o fotoğraftaki hali hiiiiç şirin falan gelmiyor! 
Boğabilirim!



Mavi kulübesine sahip çıktı!
Gündüzleri de yatıyor... 
Prenses nerden çıktı? kimbilir? Eski sahiplerinin belki bir prensesleri vardı.
Belki bir ara boyarım ... 
Şimdi değil... 
Prenses prenses otursunlar orda...


Bir kase dolusu bira!

Bahçedeki hikmeti ise... O deliklerin failleri belli oldu. DANABURNU hazretleri imiş. 
Çimlerin kısım kısım ölmesinden sorumlu olanlarda bu hazretlermiş... 
Hemen araştırma yapıldı internette... En basit çözüm buydu.
Toprak hizasına bir kase bira koyun, içine toplanırlar atarsınız...
Benim bildiğim salyangozlar içindi bu çözüm ama, denemenin ne zararı var dedim. 
Yoğurt kabını oğlanların patileriyle açtığı bir çukura koydum. 
Bir kutu bira açtım, yarısı DANABURNU denen şahşiyetlere, yarısı bana!

Olan benim biraya oldu. Yakalanan tek şey minik sineklerdi. 
Şu an, bir arkadaşımın verdiği haşere kovucu sinyaller yayan minik bir elektronik aletle deneme yapıyoruz.
Zehir düşünmüyoruz. Hem kuşlar telef oluyormuş, hem köpekler, bir de şu Ateş denen bok var... 
(Bugün benim için bir boktan öte değil... gözümün önünde işedi, benim için bitti)
Zehirlenmesin, ben boğacağım onu!


Gencelli deki arkadaşıma yapıldı. 
Tabii ki paper mache... Çiçekler elde boyanan resim kağıdından kesildi... 
İyi ki burdasın Rukiye :)
Yenifoça daki  Çarşamba pazarı muhabbetlerimiz...
Kozbeyli'ye yaptığımız yürüyüş... 
Dibek kahvesi... 
Yazlıkçı olmasaydın, iyiydi... 
Kışın çok arayacağım seni... 

Daha yapılacak çok şey var Rukiye... Deniz kenarından toplanacak taşlar, kütükler...
ekilecek kaktüsler, toplanacak tohumlar... Boşa kocanı diyorum ama dinlemiyorsun be kardeşim :))))





10 Eylül 2013 Salı

kaktüsler ve gerçekler

Evin şirin yanlarını paylaştım epeydir. Her an tamir edilmesi gereken bir sürü şey oluyor. Ama onlar hani öyle göze sokulacak, sızlanacak şeyler değildi pek. Bahçe düzenlemesi haricinde... Onda da Panço'yu hep bağlı tutmak zorunda olduğum için üzülmüştüm. 
Sonra birden farkettim ki, burdaki hayatım deniz, güneş, kum ve de lay lay lom olarak algılanıyor. 
Keşke la! 
Öleee ayağımı uzatıp oturaydım la!
Bazılarının içi rahat etsin diye gerçekleri anlatayım dedim bugün :)


Bu şirin kapı var ya...



Kapıyı açıyorsun adımını attığın an, çukura düşüyorsun annem. 


Artık elimizi yıkayabileceğimiz bir lavabomuz bile yok!
Tek duş kalmıştı elimizde. 
O da nerdeyse gidiyordu. 
Güneş enerjisi sistemi çöktü! 
Gencelli sahilindeki çöpleri toplamaya çıktığımız gün o da gitti.
Leş gibi terli dönüp su bulamamak var ya... 
Şimdi şofben devreye sokuldu. ama yıkanırken sönerse (bu şofbenlerin öyle huyları olur bazen)
tekrar yakma şansım yok :) 
Çünkü depoda tüp. Şahane di mi? 


Bu da aşağıya akan suyun marifeti. 
Alçıpan kırıldı, koca delikle oturuyoruz. 
Yukarısı deşildi, aşağısı deşildi. Sorun bulundu mu? HAYIR
Ama artık su akmıyor :)))))
Konuklar artık burayı kullanmak zorunda. 
Kardeşimin "kedi kumuyla birlikte olmaz" diye bizi en üst kata atması işe yaramadı :))) 
Konuklar tepelerinde delik, ayaklarının altında kumla birlikte buraya mahkumlar artık. Kardeşim de :))))



Akan suyun marifeti. Banyo dolabının içi.
Bitmedi....


Bahçede faili meçhul delikler açılmaya başladı.


Bir değil, iki değil... say say bitmez. yirmiye yakın... 
Bir gece aniden ortaya çıktılar. 
Ve sadece çimenlik alanda. 
Hiç ısınamamıştım şu çimenlere... Hikmeti varmış meğer. 
Eğer hayvan yetiştiricisi değilsen, çimen çok büyük lüks.
Çok su ve bakım istiyor. 
Dünyanın devamı için bu kadar gerekli olan bir şeyin bu kadar zahmetli olması anlaşılır bir şey.
Ama ben besi hayvanı yetiştirmiyorum ki, Ne gerek var? 
Kemirgenlere de davetiye çıkardı utanmadan! Peh!
Gelen yılan mı, fare mi? 


Ne olduğunu bu bok iyi anlatıyor sanırım. 
Keşke yılan olsaydı! 
Herifin bokuna bakıp boyunu tahmin edin. 
Ve hesap edin...
Yirmi delik!
Bir de o delikleri koklayıp anında deşmeye başlayan iki köpek! 
Yakında çimenlik alan falan kalmayacak ben de rahat edeceğim. 
Bahçenin ekili kısmında yoklar. Güllerin yanında yoklar. Çimenlik alanda cirit atıyorlar. 
Gece ayaktayken de yoklar. El ayak çekiliyor, parti vermeye başlıyorlar. 
Kirpi ziyaretçimiz var. İki köpeğe rağmen geliyordu.
Onun boku mu acaba dedim ama... Sürü halinde geldiğini görmedim. 
Hergün bir yığın bok var bahçede. :((((((((((((

Yani burda herşey gül, deniz, kum ve güneş değil. 
Ben de bir elim yağda bir elim balda oturmuyorum. 


Güllerin yanı sıra kaktüsler de var hayatta :)

Face de izlediğim bir sanatçı yapıyor bu kaktüsleri. Bir yığın güzel şey yapıyor aslında. 
Ve hepsi taşla...
Eh benim evin önündeki plaj da taş dolu... 
Denemesem olmazdı. 

Nasıl olmuş? 

Hayat bokun içindeyken bile güzel olanı hedefleyince yaşanır oluyor. 

3 Eylül 2013 Salı

sonbahar




Evin yeni üyesi.
Önüne gelen herşeye aynı saflık ve şaşkınlıkla bakıyor :)
Sevgili Nihavent'in armağanı...
Gören herkes bayılıyor ona!



Bahçedeki güllerin içinde en sevdiğim. 


Ve en bereketlisi...
Fotoğrafçıda iş yok!
Yoksa renkleri ve görüntüleri harika.


Nihayet salonun perdeleri var artık.
Öyle ucuza çıktı ki, anlatamam... renkli tülbent, metresi 2,5 lira.
Ve büyük rengarenk sutaşları metresi 2 lira 
Kedi ve köpekler olmasa, aç kapıyı uçuşsun hepsi dışarıya...
Ama ne ben o kadar romantiğim ne de hayvanlara işkence yapmaya niyetim var.


İzmir de, Kemeraltında ve Karşıyaka çarşı da hala kayboluyorum. 
Ama işime de geliyor. Olmadık yerlerde, beklenmedik şeylerle karşılaşıyorum. 
Sutaşı ve yapışkan tela için manifaturacı ararken, bu pareoları
buldum. tanesi 2,5 lira... Çalışma odamın ince uzun pencereleri için aldım. Biraz kısa geldi, onu da su taşlarını uzun tutarak hallettim. 
Nasıl olmuş?


Bu günlerde kırlangıçlar göçe hazırlık yapıyorlar. 
Onu da bizim eve yapışık komşunun bahçesiyle
bizim bahçede dönerek  yapıyorlar nedense...
Rüzgar yolunun üstündeyiz. Onunla bir ilgisi var sanırım.
Rüzgarı alıp mı gidiyorlar? 
Gidişlerini görmedim ama ısrarlı dönüşleri hepimizi serseme çeviriyor.
Öyle alçaktan ve hızlı uçuyorlar ki... Yakalamak için epey çaba harcadım. 
Tam sıkılıp "Amaaan, sizinle mi uğraşacağım be!" deyip deklanşöre rastgele bastığımda
üç tanesini yakaladığımı gördüm. :) 


Gülle başladık, gülle bitirelim. :)

Gencelli boşalıyor. Okullar açılıyor. Yazlıkçılar gidiyor. Kışı burda geçirecek olan bir avuç insan kalacağız yakında. Bence Gencelli'nin tadı o zaman çıkacak. 
Issızlığın ve yalnızlığın fotoğraflarıyla...
Yağmur... Bulut... ve... 


23 Temmuz 2013 Salı

boş durmak yok...


İlk yatılı misafirim... Özlemim... İstanbul havası getirdi. Herşeyden önce o güzel yüreğini getirdi. Ama hiç bir şey anlamadım gelişinden tadı damağımda kaldı. Doğru dürüst çekişemedik bile. Geleli yarım saat olmadan mutfağa girip iş yapmayı düşünen bir kadınla çekişmez de ne yapar insan. O benim hayatta katlanabildiğim ve sevdiğim tek başak burcu insanı. Titizdir, muhteşem evsahibidir, güleryüzlüdür ama kıldır işte :)) herşeyi kendi yapmak ister. Kimseye yük olmama derdinde... dinlemeyi bilmeyen kadınlardan. 


Gülmek en çok ona yakışır!

Gelmeden önce sordu, "ev hediyesi alacağım, neye ihtiyacın varsa söyle." Hiç ikiletmem. Rondo dedim. Kağıt hamurları yaparken benim arçeliki halletmiştim çoktan. Anneminkini de bulamadık bir türlü. Şimdi harika bir blenderım var... acı biberli sosuma kavuştum sonunda. Teşekkür ederim arkadaşım. Hediyen harıl harıl çalışıyor :)


Hediye kutusu atılır mı hiç? Asla! üstü kesilir.


İki kat gazete kağıdıyla kaplanır.


Boyanır.


Artık peçeteler de atılmaz bende... Onlar hemen yerini bulur. İçi de boyanır. 


Bir de kulp takarsın...


Al sana, hiç bir yere sığmayan büyük boya tüpleri için derli toplu bir sığınak. 


Ve hazır boyalar çıkmışken ortaya... Sıra Salkımsöğüt'ün hediyesine gelir.
Birlikte tahtakale, kapalıçarşı gezisi yaptığımız sırada yana yakıla, masa altına konan bu tahtadan arıyordu Salkımsöğüt. Hani eskiden memurların ayağının altında olan hafif eğri tahtalar var ya... Sürekli masa başı iş yapanlar için çok ideal bir şey. Ayağın yorulmasını engelliyor. Bir sokak içinde bulduk aradığını. Bana da bir tane hediye etmişti. Epeydir olduğu gibi duruyordu. Zımparasız olduğu için evdeki hayvanatların tüm tüylerini takı diye üzerine takmış. Sıkı bir zımpara ve silme işleminden sonra beyaza boyandı...


Ve yine artık peçeteler devrede... Bazıları boyandı, stencil yapıldı... Peçete kısa geldi doğal olarak. Hiç dert değil. Kenarlar boyanıp stencillendi... 


Ve deli kızın çeyizi gibi masa altındaki yerini aldı. Kardeşim pek üzüldü ayak altında kalmasına... Galiba duvara da böyle bir şey yapacağım hatırı için :))


Anneye bir kalp yapıldı. Anne çiçek sever. 


Ve panço'nun özgürlük günleri başladı!
Denizi sınırsız gördüğümüz an! 
Demirler sökülmüş...


Yavaş yavaş yeni teller çekiliyor. 


Ön bahçeyle arka bahçe arasına bir tahta kapı... 

Ev ahalisiyle, diğerlerini ayırmanın zamanı gelmişti... Sultan hanımla, Bennu'dan koruyacağım ateş kaptan'ı diye, iki dakika huzurlu oturamadık bahçede. 
Asıl matrak olan. Bu kapı yeni çıkmış bir boya ile beyaza boyandı o gün. Damarları görünüyordu...
ama boya tebeşir gibi insanın eline, üstüne başına yapışıp kalıyor. Meğer püskürtme bir vernikle birlikte kullanılması gerekiyormuş. İki gündür o boyayı silmeye çabalıyorum. Hiç zorluk çıkarmıyor. Ne sürersin sür her şeyin üstünde kalıyor. Ama bitmiyor mubarek! O biter bitmez, yeni bir boya ile yine beyaz olacak! bir yağmur yağsaydı bu ara iyi olurdu. Şıp diye akar giderdi. 


Ve geçen cumartesi telaşının, yorgunluğu çimenler üzerinde çıkıyor. Özgür Panço ile ona bu özgürlüğü armağan eden kardeşim... Bi marifeti olsa bari... çalıştırıp yapılan masrafları çıkartsa di mi? yok! Yesin içsin, kaçacak delik arasın! sonra gelip sevimli sevimli baksın adamın suratına! 


İşte son yılların en önemli anı!
Pumakılıklım, 6 yıl sonra ilk kez toprakla buluştu!
On bir yıl fink atmıştı bahçelerde. Sonra yüksek girişli bir ev... ve burda koca bahçeye çıkamamak köpekler yüzünden... Ota doydu o gün! Panço bile havlayarak kutladı onun aramıza katılışını.  ateş kaptansa otların arasına pusu atıp izledi... 


Puma işte! kesinlikle Puma! Surata bak!


Aaa! Ne olmuş buraya be! Siz niye ordasınız da ben burdayım? Aaa! Beni almayacak mısın be içeri? Aa! Orda bir tane daha varmış!

Mavi bunları diyor da... Asıl Panço'nun dediği önemli. Onun bakışı, Puma'ya... Hiç kıyamıyor ona. Fotoğraf çekilmesinden 30 saniye önce, Ateş kaptan Tellerin arkasından Mavi ile muhatap oluyordu, Mavi'nin yanına yaklaştığı an Panço harekete geçip Ateş Kaptan'ı kovalamaya başlıyor, doğruuuu eveee!  Sonra gelip Mavinin karşısına dikiliyor. Belki benim pumakılıklımı da eve sokacak ama, hem puma hem ben o kadar fazla yaklaşmasına izin vermiyoruz. Kızım paralar onu! Panço da çok tedbirli ona karşı ve saygılı. Ama görüldüğü üzere çok da endişeli. Ya bu mavi ona bir şey yaparsa? 

Şimdiki durum şöyle:

Ateş Kaptan Mavi ile başa çıkıyor, Mavi de sadece kovalamakla yetiniyor ve zaten Panço tampon bölge ikisi arasında. O yüzden Mavi arka bahçeye girebiliyor. Gündüz esintili. O da rüzgara aşık ve en serin yeri bulup küp gibi uyuyor! Gece yarısı ön tarafa geçiyor, çünkü Gencelli'yi turlama görevi var.. ya da kapı önünde kirpi, kedi falan kovalayacak... Eğer bırakmazsak sabahın beşinde AV-UUU- AV UUU diye uyandırıyor adamı. 

Kızlar ön tarafta kaldı. Biraz bozuklar ama... kedime gözlerini dikip bakmamaları gerekiyordu. Şezlog minderini yırtmamaları, çöp poşetlerini, kemikleri, ekmekleri heryere taşımamaları... ikna olmadılar. 
Öğrenmeyi reddedersen, sürü dışı kalırsın.