30 Nisan 2011 Cumartesi

yonca


Fügen demiş ki; ortada bir nokta etrafında üç yaprak... Eksik bence... Kalp biçimde üç yaprak olmalıydı tanım. Bir kalp hep boşta kalır diğeri eşleşirken... Hangisinin hangisiyle eş olacağı bilinmez. Dört yapraklı yoncanın bu denli kıymetli olması belki de eşitliği sağladığı içindir...

Fügen pek bir duygusal yazar. Asla benim becerebileceğim tarz değil. Elimden geleni yaptım. Şimdi özüme dönüyorum ve yonca deyince aklıma ilk gelenin, kesinlikle yaprakların sayısı ya da biçimi falan olmadığını itiraf ediyorum. Ben öyle anneannemle dört yapraklı yonca falan aramaya çıkmadım. Küçük bir bahçenin içinde iki ev vardı, biri annenannemin... O bahçede yonca zaten bitiyordu. Ben de onların yanında... Yahu onların tadı inanılmazdır! Ekşi, nefis bir ot! Sonra İkbal teyze ciyaklıyordu "Eşek kafalı yine bitirdi yoncaları!" Ama napiim? Eşekler işini biliyor kardeşim ya... Öyle lezzetliler ki! Eşeklerin akıllı oldukları inatçılıklarından belli. Onlara benzetilmek bozmaz beni. Üstelik şifalı! Araştırın. Mide yanmasına, karaciğer sindirim bozukluklarına, böbrek iltihabı, sarılık, bağırsak kurduna  falan da iyi gelirmiş. Çayını tarif ediyorlar. Ben uğraşmam öyle... Al, çıtır çıtır ye! Erik gibi... Müthiş! İri yapraklı olanları tavsiye ederim. Eskinin yonca tadı uğruna saksılarımı istila eden bıdık yapraklı yoncaları sökmeye kıyamıyorum.

Fügencim, kusura bakma senin o güzel yazının üzerine bu biraz -şey- oldu ama... tatsız değil de ekşi diyelim :) 
Bir daha dört yapraklı yonca aramaya çıktığında, üç yapraklıların tadına bak. Bana hak vereceksin.

20 Nisan 2011 Çarşamba

Türkiye'de seçim zamanı!


Bakınca yüreğiniz hopluyor değil mi? Bu ne cesaret diye... Bıçak sırtında bir duruş!
Seçimlere benzettim bu duruşu. Sağa doğru bir hamle... Eyvah!
Kötü oyunlar var... Birileri kuş maketi uçuruyor etrafta. Kışkırtmak için. Yakalayamazsın kiii!
Hayır! Hayır! O kuş değil. Sakın atlama!

12 Nisan 2011 Salı

yakında böyle olacağım


Bugünlerde sürekli oturuyorum. Zorunluluktan. Bilgisayar başındayım. Değişiklik olsun diye sandalyeden, kanepeye, ordan yatağa geçiyorum. Hatta bugün oda bile değiştirdim. Sonuç aynı. Oturduğum yerlerin şeklini alacağım yakında. Yemek yapmaya bile zaman yok. Ne bulursam onu tıkınıyorum. Genellikle hazır yiyecekler. Pizza gibi. Gözüm bilgisayarda olmadan yemek yemeyi özledim. Bir de yürümeyi...
Uzun uzun yürümeyi...
Bir de baharı...

9 Nisan 2011 Cumartesi

kuzgunlarım...


Bu kara, gürültücü, akıllı, hınzır yaratıkları seviyorum. Gözümün önünde yeni doğmuş kara bir kedi yavrusunu öldürmeye kalksa bile... Bizimkiler de onların bebeklerine musallat oluyor. sonsuz bir çekişme... Mantar panomda, bir sabah gözümü açtığımda aklıma düşen cümlenin üzerinde muzır bir sırıtışla duruyor işte. Yakışıyor. Cümle şu: "mümkün kıldığınız şeyi yaşarsınız" İyi ki yazmışım. Unuturdum. Kargaya emanet şimdilik. Belki bir gün bir yerde işime yarar...


Panomdaki diğer kuzgunlar ve üstad.
Bugünlerde kendimi kuzgun gibi hissediyorum galiba.
Sabaha karşı ben yatarken, onlar uyanıyor. Sesleri berbat ama, neyse ki çok geveze değiller.

3 Nisan 2011 Pazar

çok merak ediyorum...

Bu 118'li servislerin tamamı, reklamlarında neden gergan kırıp göbek atıyor?