30 Mart 2011 Çarşamba

Hobilere devam...


Ece Aymer'in işlerini ilk kez Evim dergisinde görmüştüm. Hemen bloguna girdim bir daha da ayrılmadım. İki üç gün falan her sayfasını, okudum. Hamurla yaptığı boyutlu çalışmalar müthişti. Ne yazık ki yeri Ankara'daydı. Yoksa atölyesindeki kedilerden biri olabilirdim. Tekniği öyle güzel anlatıyor ki, görmeye bile gerek yok. İstanbul'a ilk geldiğinde gitmiştim seminerine... Aynen blogundaki gibi bir kadın. İçten, güler yüzlü, paylaşmayı seven... Ve en önemlisi estetik duygusu gelişmiş. Müthiş keyif aldım. Yaptığı her işten aynı keyfi almaya devam ediyorum. Ece Aymer'in işlerini keşfettiğimden beri --kendisini bir ekol olarak değerlendiriyorum-- başka bir tarz çalışmadım. Ha, arada sevdiğim teneke işleri var... Onu da kendimce becermeye çalışıyorum. İyi yapan birini görürsem illaki onun tarzını da denerim. Şimdilik bencileyin gidiyor. iş. İşte bu yukardaki minik tablo Ece Aymer'den öğrendiğim boyutlu çalışma... Yılbaşı hediyesi olduğu için yılbaşı renklerinde... Alanlar beğendi :)


Bu da boyutlu bir çalışma. Anahtarlık... Ama öyle bir çekmişim ki, boyut moyut kalmamış... Hay benim elime! Gözüme... Daha ne diyeyim... Neyse asıl hezimet sonra geliyor. Bu yine masum.

Elim mi titremiş, ben mi titremişim anlamadım? Minik kutu benim tenekelerim. Minik yıldızlar hazır satiliyor. Benim marifetim ayı kesip yapıştırmak.Yıldızları tek tek yapıştırmak kolay sanmayın!

Bu biraz daha iyi... Koca yıldız tenekeden...

Bunu hazırlarken çok eğlendim. Ben normal ambalaj kağıtlarından hazırlamayı seviyorum paketleri. Üstündeki çiçeği de tek tek aynı kağıttan kesip yapıştırdım. ortasına yapıştıracak bir boncuk bulamadım ama ne yazık ki... Bunların çeşitlemelerini yapmak istiyorum. Hazırlayıp bir köşeye koyacağım. Gazete kağıtlarından yapmayı da istiyorum.


Veee... Canım arkadaşım Nihal'e yaptığım tepsi. Ben onun kadar marifetli değilim onun için hazır resimleri kullanıyorum.

Veee... Bu da başka bir can arkadaşa yaptığım tepsi. Bir de çekebilseydim... İki tane çekmişim, ilki bundan da beter. Neden? Ne oluyorda böyle oluyor? Asla anlamadım. İzlediğim bloglarda Burcu Çalışan'ın blogunu görmüşsünüzdür. Müthiş fotoğraları var. Adresini öğrenip kapısında miyavlamayı düşünüyorum. Acaba yakın gözlüğümü sadece okuma için kullanmasam mı?



Kedisiz olur mu? Flu bile olsa... Zaten o da flu düşünceler içinde... 15 yaşında artık. Masaj yaptığımda öyle mutlu oluyor ki. Kemikleri sızlıyor moruğumun. :))

27 Mart 2011 Pazar

kıl olma mevsimi başladı

 Sabah böyle uyandım!

Pazar günü... Sabahın sekizi! Uyusana kardeşim! Neden apartman kapısının önünde
tam benim yatak odamın altında rüyanı anlatıp benim rüyalarımın içine ediyorsun
Rüyasında fal baktırmış, sevgilisini anlatmış, falcı da al bu adamı demiş. O da sevgilisine gidip alacağım ben seni demiş. Hay ben senin falcına da, adamına daaa...Sabahın beşinde yatmışım sekizde bu dingiller yüzünden ne rüya gördüğümü bile unuttum. Baharla birlikte azıyor bunlar. Uyandın, güne erken başladın... tamam. Çık git kırlarda yürü, deniz kıyısına git. Otur balkonunda çay iç... ne demeye çenene vuruyor enerjin.

Anasını satayım, yatak odasının penceresi de birbirine yapışmış, açılmadı...
Kalk öbür odaya git, aç pencereyi...
Aynen bu halde... Acımasız... Zalim...  Vahşi...
Parçalamaya hazır... Kimse kurtulamaz elimden!!!
Tam çemkircem, mahzun mahzun baksınlar sana... Yut laflarını... Rica etsem şu
sohbetinizi....  diye mırmırla...

Kendine sinir ol! Yat ama kavgan bitmesin! Zındık gibi otur!

Bunların yakınında veletleri de sokağa dökülür.

Okulları biter, sabahın köründe anaları bunları kış kışlar evden. Al başına derdi!

Ezberledikleri bütün sefil pop şarkılarını dinletirler adama! Anlamsız yere çatlak çığlıklar atıp toplarını
duvarımda sektirirler! Bisikletlerinin zilini.... Hay bin kunduz! Hangi birini sayayım! Telefonları kapatmak mümkün de... bunların kapatma tuşu yok!

Benim kıl olma mevsimim başladı!


25 Mart 2011 Cuma

İTHAKİ baskını...


Berlin Üniversitesi, Düşünceyi Yakma Eylemleri, Mayıs 1933

Kitapları yaktılar!

O kitaplar hala okunuyor ... Naziler nerde?

Türkiye. Mart 2011, basılmamış bir kitap yayınevi basılarak toplanıyor!

Blog yazarları mahkemeye veriliyor. Telif yüzünden bloglar kapatılıyor.

65 gazeteci hapiste. 

Yarın "İmamın Ordusu" nerde olacak sizce?  

22 Mart 2011 Salı

Hali pür melalimizin resmidir


                       Tepesine fare tünemiş kedi kadar keyifliyiz (!) bu aralar.

Ceksın'in yorumları içime su serpti biraz. Mahkeme kararıyla bloglara uygulanan yasaklar kalkmış ama, karar metni postada... Anca gelir... Köpek kardeşler, postacıları rahat bırakın bu günlerde...

Bu arada istatistiklerde garipleşti... Dünyanın her yerinden gelip gözatanlar mı var? Tesadüfen mi uğruyorlar? Yoksa IP numaralarını yurt dışına mı taşıdı millet?

Ceksin kardeşim sen yurt dışına çıkmaya ve arada ses vermeye devam et. Hiç değilse suya atılmış mesaj şişesi gibi yalnız ve başıboş olmadığımızı hissettiriyorsun.

18 Mart 2011 Cuma

Adamım Blacksad :)






Çizgi roman hastasıyım.... Çocukluğumdan beri... Eskiden sevdiklerime de sadığım ama, yeniler olağanüstü be kardeşim... Dünyadaki her şey gibi onlar da değişti... Daha önce Doğan Kardeş çizgi roman dergisinin içinde ek olarak verilen Blacksad artık albüm olarak satılıyor. Çizgi roman diye dudak bükenlere çiziminin iki yıl sürdüğünü söyleyeyim, belki emeğe saygı duyarlar. Kahramanı kedi diye fantastik olduğunu düşünenlere, l950'er anlatıliyor diyeyim. Mac Carty dönemi... Irkçılıkla mücadele günleri... Ve sadece kediler yok. Domuzu gördüğünüzde kim olduğunu anlıyorsunuz :) Gergedan korumayı, sansar gazeteciyi, kurt köpeği komiseri...  "Sert görünürüm ama içim iyidir benim" diyen o kurt köpeği harika bir tip.

Ama favorim tabii ki ağzında sigarasıyla Dashiell Hammet polisiyesinden fırlamış gibi görünen cool Blacksad.

Yukardaki resme bakın. Haksız mıyım?



NY'in ortasında, iş peşinde. Bu resmi büyütüp salonuma asmayı düşünüyorum.


Çizgi romanda çok sık rastlanmayacak bir "ışık" var. Ağaç altında oturup yemek yiyenlerin üzerine düşen yaprak gölgeleri gibi... O sayfayı hemen geçemedim doğrusu... Tablo tadında her kare... Yalnız resim dersi değil, sinema dersi de veriyor.



Bakmayın kedi gibi baktığına, diğerinin de köpek gibi durduğuna... İkisi iyi dost :)
Çizgi roman sevenler hemen alsın. İşim olmaz diyenler inadını kırıp alsın... Yapı kredi yayınlarından... Hayatınıza güzellik katın... O hayvanların hepsi çevremizde...

Ama Blacksad'e rastlarsanız, bana bir haber verin.:)

14 Mart 2011 Pazartesi

Dünyanın depremi

Garip bir ulus Japonlar…
Dünyanın mağduru, lanetlisi İsrailoğulları diye bilinir ama…
Asıl kıyımı Japonlar yaşıyorlar…
Dünyada atılan ilk atom bombasının hedefi oldular.
Hiroşima, Nagazaki…  Sonuçlarını yıllarca taşıdılar.
Yetmezmiş gibi depremlerle boğuşuyorlar… 9.0 la en büyüğüne en dayanılmazına
yakalandılar…
Şimdi birileri onların cezalandırıldığını falan düşünür…
Kimi din gözlüğüyle bakar, kimi karma…
Bu ulusun ayakta kalma mücadelesini, felaket karşısında aldığı tavrı görünce…
Onların bize bir şey öğretme adına bu felaketlere talip olduğunu düşünmeye
başladım… Kabullenmeyi, onuru, acıya katlanmayı, erdemli olmayı, kısaca
insan gibi insan olmayı öğretmeye çalışıyorlar saki…
Bu sakinlikleri, bu acıyı en içte yaşayıp dışa vurmayışları, bu kendilerini “dağıtmama”
halleri bana bir tek “insan” olmayı hatırlatıyor. Duygularına asla yenik düşmediler…
Her zaman ayakta kalmayı bildiler… Ulus bilincini hiç kaybetmediler…

Orda olmayı ve elimden geleni yapmayı çok isterdim.  Bu erdemli insanlar için “çalışmak “ isterdim. Onlar dünyanın yüzakı.

Bizimkilerden biri… Şans kedisi manei neko… “Çağıran kedi” onlara armağan… Artık iyi şansı yanlarına alsınlar… Çünkü bu insanlar pek bir şey anlamıyor, bari kendilerini telef
etmesinler…

11 Mart 2011 Cuma

çalışmak mutlu eder mi?

Evet. Kendi çalışma koşullarını sen seçmişsen…  Hatta o çalışmayı yaparken, üretirken çektiğin karın ağrısı, tüylerinin diken diken olması, hafif çaplı depresyon bile keyifli gelir. Yaşarken değil tabii… sonrasında… Çünkü sonuca odaklanıyorsun o sırada… Ortaya çıkmasını istediğin şeyi düşlüyorsun hep… Hedefine gözünü dikince, tırmandığın kayalar, içinde süründüğün tüneller, aldığın yaralar falan vız geliyor.

Her şey hesaplı kitaplı olmaz …  
O gün ne olacağını bilmiyorsun… Hazırlıklı değilsin hiçbir şeye, beklentin falan yok. Lay lay lom gezerken bir kıpırtı çarpıyor gözünün ucuna… A, burada bir delik var! İlla ki o delikte saklanmış bir şey vardır. Vardır. Koklarsın… Hmm… İlginç bir şey var içerde. Ne? Bilinmiyor. Daha da cazip...  O zaman bekle. Yerleş o deliğin önüne, bekle… Ödül gelir. Beklerken, arada için hoplar bir kıpırtı duyduğunda ya da için sıkıntıdan balon gibi şişer patlayacak gibi hissedersin kendini… Ödülünü alınca unutursun.

Her zaman gelmez ödül. Başka bir çıkış bulup yok olur sanki… O zaman kaçırdığın ödülün ne olduğunu hayal ederek çeker gidersin, kulaklarını geriye atıp homurdanarak.  Hayat deneyimi diye anlatırsın başkalarına…

Bütün bu sıkıntılar hayalini paylaşmak adına yaşanır. Dünyaya karnını açmaktır, yaratmak, üretmek… İyi bir fikir avlamak… . Sorumluluk sana aittir. Karnını okşamak isteyen yumuşak eller de uzanır, okşuyorum ayağına, oranı buranı çimdirenlerde… Sonuçta karnını açan sensin. Sonuçları seni ilgilendirir. Atarsın tırmığını, uzarsın…

“Ortaklaşa yaşam”da bu olmuyor işte. Ekip işi deniyor ya… berbat bir şey… Kim icat ettiyse, köpek cehennemine düşsün!!! Yakaladığını süsleyip püsleyip ellerine teslim edersin… Aş pişirecekler sanırsın… Tüyerini yolup ortaya bırakıverir… Yaralanmış, zedelenmiş, kokuşmuş… Sonra bunun altında kendi imzanı görürsün… Neden gözünü oydun? Neden kuyruğu kestin? Bağırsaklarını çıkartıp neden boynuna doladın? Kalbini neden söktün? Madem bu kadar yeteneksizdin, neden aşçı oldun? Ama “aşçı”nın çalımı yerinde… Oturur bir köşede, çok yorulmuş, matah bir bok yaratmış gibi yalanır…  Orda söylenmeye başlar… Senin yakaladığın avın nasıl da kötü olduğunu anlatır… Eline daha iyi bir av gelse bütün maharetini gösterebileceğini falan… Birileri ona inanır. Çünkü tüyleri parlak ve yumuşaktır… Sen tutup orasını burasını yırtmak, parlak kürkünün altındaki yamukluğu göstermek istersin… Ama seni bir kafese tıkmışlardır… Kıpırdayamazsın. Tek yapacağın, telleri kemirip oradan uzamak…

İşte böyle bir çalışma her tür canlıya işkencedir… Yaramaz… Aslanlar gibi sürü halinde çalışmak yerine, kaplanlar gibi tek başına olmak daha iyidir.  Haaa… bir de… Yelesine, sesine falan kanmayın… Sürüdeki dişiler olmasa, erkek aslan bi bok beceremez. Kendini bir sürüye yamamaya çalışması boşuna değil…

Bugünlerde ekip çalışmasının içindeyim… Tırnaklarım, dişlerim kan istiyor!!! Parlak tüylü, evcimen, yumuşak kedinin içinde koca bir sıçan saklandığını göstermek istiyor canım… Kedilerin Ulu Manitusu bana yardım etsin!

Tepemdeki fareyle ne denli mutsuz olduğumun resmini bile koyamadım: Hay bin kunduz!!!!!!
Fare bir değilki...

10 Mart 2011 Perşembe

tuhaf

Harbiden tuhaf şeyler oluyor...

Geçen gün blogumu açtım, sadece mahkeme yazısını gördüm.

Kıl yumağı oldum...

Az önce açtım... Aa!

Ani gelen iyiliğe alışık değilim... Kuşku sardı birden...

Üstelik hesabımı bile sorgulamadan giriş yaptım. Tuhaf değil mi?

Yasak mı kalktı? Yoksa Kebikeç beni korumaya mı aldı :)

Bu arada diğer blogların bir yerlere taşındığını görüyorum da... Nereye taşındıklarını anlamadım.

Bu soğukta taşınamam.. Bahar gelsin öyle...

Neyse... herşey yoluna girmiş gibi görünüyor... Yarın ne olacağı belli olmaz tabii...

Kar tatili de olabilir ya da bir arkadaşın face sayfasına yazdığı gibi, "Üzmez'in tahliyesi nedeniyle"  tatili de...

Bİrinci nedenle olursa, çocukları rahat bırakın sokağa çıksınlar...

İkinci nedenle, hemen eve sokun, Üzmez sokakta...

3 Mart 2011 Perşembe

bloguma dokunma!!!!!!!!!!!!!



Bu memlekette yaşamak ne kadar yorucu yahu!

Yasadışı bir yayını önlemek için yapılan, kediyi kurtarmak için ağacı kesmeye benzedi...

Hay ben sizin aklınızaaa.... hay ben sizin eliniiiizeeee...

Hergün maçtayız anasını satayım. Küfretmek için haftasonunu beklemeye gerek yok.

Ben kayıt yapabiliyorum... Ama arkadaşlarım göremiyor. Çünkü "MAHKEME KARARIYLA ERİŞİM ENGELLENMİŞTİR" yazısıyla karşılaşıyorlar...

Hay bin kunduz!