30 Ocak 2011 Pazar

Detoks Modaymış...

Millet avuç dolusu para harcıyormuş ishal olmak için...

Lavman yaptırıyorlarmış... Sonra da hasta oluyorlarmış...  İnsanın kendini bok dolu hissetmesi ne kötü di mi?

Doktorların dediğine göre toksin birikimin çok azı yiyeceklerin suçu. Yüzde doksan, ruhsal nedenler kendinizi bok gibi hissettiriyor yani.

Ama illa ishal olayım, herşeyi çukura atayım diyorsanız, lavmana, doktorlara falan harcamayın. Sokağa çıkın,
bulduğunuz her kediyi, köpeği yakalayın öpün. Valla. Hem onlar okşanıp öpülmekten mutlu olur, hem siz,kendinizden başka birine yakınlaşmaktan... Farkına varırsınız dünyanın merkezi olmadığınızın. Ayağınıza, paçanıza dolanan, bırakmak istemeyen, "sev beni, terketme beni" diye peşinizden koşturanı da, alın gidin evinize... Kendinizi bu kadar sakınmayın be!

"Hastalanırsa, ölürse acı çekerim!" E, kimsesizken de acı çekiyorsun. Garibanın biri de sokaklarda, açlıktan, sevgisizlikten ölüyor. Sen kendini koruyacaksın diye, birlikte geçirilecek onca güzel, neşeli, keyifli zaman telef oluyor. İnsan kendini bunca güzel şeyden nasıl mahrum eder, hiç anlamam. Ondan sonra da toksinim var, atmam lazım... Sıçmam lazım...

Boşversene... Ha, kedi köpek öpünce neden detoks oluyor? İşin, ruhsal arınmasının dışında, sokak hayvanlarında azcık parazit olduğu kesin... Onları yutunca, sen de bağırsak temizliğinine bedavadan sahip oluyorsun. Maria Calllas'ın zayıflama formülüymüş bu. Doktoru ona bu parazitleri kendi eliyle verirmiş... Sonra bu parazitlerden nasıl kurtulcaksınız? Onun da formülü var... Bir avuç kabak çekirdeğini çıtlatmadan, yani kabuklarını ayıklamadan çatır çutur yiyeceksin... Çocukken yaptığın gibi... al bir detoks daha... Kurtuldun gitti işte parazitlerden... Tüylü dostun da bonusu, sıradan, sıkıcı hayatının... Daha ne istiyorsun?

Hep kafanızı ve paranızı kullanmayın... Göğüs kafesinizin içinde bir de yürek var... Ruh da oralarda bir yerde işte... Onları da dinleyin. Başkalarına hayat sunarken, kendi hayatınıza hem anlam hem sağlık katın.

YARAMAZ KIZLARLA, USLU KIZLARI NASIL TANIRSINIZ?

yaramaz kızların dilleri _  :PPPPPPPPPPPPPPPPPPPP
uslu kızların dilleri_  : ) onların dili yoktur, çıkarmazlar. (ayıp!çok ayıp!)
Evet artık şu yaramaz kızlar, uslu kızlar meselesini açabiliriz. Bu kızları birbirinden nasıl ayırt edersiniz?
Fiziksel özellikler: ( Bu aralar çok moda, bilimsel bir eda katıyor böyle bir başlangıç) Belirgin farklılıklar yoktur. Bazan dışa vurmaya çalışanlar varmış gibi görünür, aldanmayın. Her kulağına seksensekiz, göbeğine doksandokuz küpe takanın mezara girerken torun torba sahibi, aksaçlı, gelenekçi  bir nine olmayacağı bilinemez. Ama mezardaki kurtlar için oldukça eğlenceli bir kulak seyahati olacağı kesin.

Peki yaramaz kızları tanımanın yolu ne? Çok basit. Yaramazlık gözlerde gizlidir. İyice bakın onlara, pırıl pırıl parlıyorsa, bilin ki onlar yaramaz kızlardır.

Uslu kızları da yaramaz kızları da aynı anneler yetiştirir.

Anneler küçük kızlarını çok severler. Onları kendi annelerinin yaptığı gibi akıllı ve uslu yetiştirirler. Kendi modellerini yaratırlar. Anneleri gibi... Ve onları sevmekten başka şansları yoktur.
Anneler küçük, yaramaz oğullarını da çok severler. Onları kendi erkek kardeşleri, babaları, kocaları gibi yetiştirirler. Oğullarının yaramazlıkları ve beceriksizlikleri “büyüyünce” gösterecekleri aklın kanıtıdır. Anneler oğullarını çiçek yerine maydanoz taşımayı erdem sayan erkekler olarak yetiştirir. (var mı itirazı olan?) Anneler ne yaptıklarının farkında olsalardı belki o kadar çok “çiçekli” dantel işlemek zorunda kalmayacaklardı. Hangi anne kız arkadaşıyla buluşmaya giden oğlunun ardından “çiçek götürmeyi unutma!” diye sesleniyor? Belki en modernleri “prezervatif kullanmayı unutma!” diyordur. (N’olur, erkeklerin size gelmesini istediğiniz şekilde yetiştirin oğullarınızı, belki bizden sonraki kuşak mutlu olmanın deveye hendek atlatmak olmadığını anlar)

Annelere haksızlık etmemek için hemen “onlar da çiçeksiz büyüdüler” diyenleri duyuyorum. Bunda belki de bazı  eski kafalı kadın dergilerindeki “kocalarınız size çiçek getiriyorsa altında buzağı arayın” feryatların etkisi vardır. Adamcağız bir demet papatya getirince, gözlerini devirip suç kanıtı mı aradılar gömleklerde? Belki o yüzden erkeklerin genlerine “çiçek getirme, pirincin taşını ayıklatırlar” kodu işlenmiştir.

Kadınlar da bunu bildikleri için olacak, ev hediyesi olarak vazo almazlar. Hatta kendi evleri için bile vazoya para verirken içleri sızlar. Ne de olsa senede bir iki kez gelen çiçek için masraf mı edilir?  (“çiçek dalında güzeldir” diye kendini avutanlara: İsterseniz uzmanlarına sorun, çiçekleri kesildikçe bitkiler daha çok çiçek verir.)

Evime ilk kez gelenler de dahil olmak üzere, hiç bir erkek arkadaşım elinde çiçeklerle gelmedi. Ama hala kapıyı açınca bir demet çiçek görmeyi umut etmekten vazgeçmedim. Allahtan yaramaz kız arkadaşlarım var… Onlar getiriyor. Bir maydanozla başlayıp nerelere geldik değil mi? Kadınsı bir şey bu… Lafı yakaladık mı dibine kadar inmeyi beceririz. Merak etmeyin nerde kaldığımızı asla unutmayız. Akıldan sözediyorduk… Kızların akıllı oldukları nasıl anlaşılıra gelmişti sıra.

Kızlarının aklıysa ağırbaşlılıkları, uslulukları ve sözdinlemeleriyle kanıtlanır.
“Gülerken bademciklerini gösterme!” “Yürürken elini kolunu çok sallıyorsun, büyüyünce asker mi olacaksın?” “Her lafa atlama, sus dinle!”
……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………
Yukarıdaki boş yerler sizin listeniz olsun. Size söylenmesine en gıcık olduğunuz şeyleri yazın ve bugünkü sizi bulun. Kalıplarınızı, şablonlarınızı,kurallarınızı, yasaklarınızı, korkularınızı,direndiklerinizi, olmak isteyip de olamadıklarınızı… Eminim yaramaz olanlar hemen kalem bulmaya girişmiştir. Uslu kızlar dudaklarında uçucu bir gülümsemeyle kaşlar hafifçe yukarı kalkmış, büyük bir hoşgörü ve sevecenlikle geçerler bu bölümü… Kızlarına söyledikleri akıllarına gelmiştir ve ne kadar doğru yaptıklarını hissedip rahat bir nefes almışlardır. (O kadar rahat olmayın kızlar, bir cadı yetiştirmediğinizi nerden biliyorsunuz?)

28 Ocak 2011 Cuma

Ölmek güzeldir, yeniden yaşamak için...

İçinizden ölmek geldiğinde, bırakın kendinizi ve ölün.
Yeniden doğmaya izin verin.
 Hiç olmayı öğreneceksiniz. O muhteşem boşluğu yaşayacaksınız. Çok kısa biran... Sizin varlığınızı yokedemeyecek kadar kısa bir an... İşte o hiçlikten kendinize uygun bir yeni bir duygu ve düşünce alıp çıkabilir ve yeni bir insan olabilirsiniz. Öfkenizi hiçlikte bırakın, nefretinizi... Ya da bir şeylere olan bağımlılığınızı... Sizi onların ayakta tutmadığını göreceksiniz. Sizi ayakta tutan sadece yaşama olan sevginizdir. Onu yanınızdan hiç bırakmayın. Ölürken bile...
Hergün yeniden, yeniden ölmeyi bilenler ölümden korkmazlar. Ölümden korkmayan, yaşamı kutsar. “Ben gittikten sonra, bensiz devam edecek” diye nefretini kusmaz dünyaya... Suyu kirletmez, toprağı betonlaştırmaz... Nükleer atıklarını bulaştırmaz... Kardeşlerini öldürmez.
Yeniden doğduğunuzda, ölüm fikrini yanınızdan hiç ayırmayın. Çünkü daima daha mükemmel bir “ben” vardır. Onun yolunu kesmeyin.
İçinizden ölmek geliyorsa, bırakın kendinizi ve ölün!
Yeniden doğmak için...