27 Ağustos 2011 Cumartesi

blog okumada 4. olmuşsuz...


comScore'un yayınladığı son rapora göre dünyada blog okuma oranları söz konusu olduğunda Asya ülkeleri başı çekiyor. Sosyal medyanın gün geçtikçe daha yoğun olarak kullanıldığı Uzak Doğu ülkelerinin dışında Türkiye ve Brezilya'da blog okuma konusunda birçok ülkeyi geride bırakmış durumda.

Yüzde 85,5 oran ile dünya üzerinde en çok blog okuyucusu Tayvan'da yer alırken, brezilya %85,2 ile Tayvan'ın hemen arkasında bulunuyor. Türkiye ise yüzde 81.9'luk oranla blog okuyucularının olduğu en yoğun dördüncü ülke olarak dikkat çekiyor.

Ziyaretçi başına en çok blog okuması yapılan ülke 52.2 dakika ile Japonya olurken, Güney Kore 49.6 dakika ile Japonya'yı izliyor. Ancak Türk okuyucusu blog okumaya harcadığı süre bakımından başarı gösteremiyor.


Hürriyet'ten alındı bu haber. Okuma süresinin düşük olması ilginç mi? Hayır, değil. Resimlere bakıp çıkıyorlar sanırım. Eh ülkedeki kitap satışları da bu bilgiyi doğruluyor zaten. Ama çizgi roman satışları neden bu kadar düşük o anlaşılmaz. Belki nedeni kazma öğretmenlerdir. Çizgi roman okumayı vatana ihanet gibi gösterirler...  Çizgi romandaki yaratıcılığın ve emeğin zerre kadar farkında olmayan zibidiler yüzündendir... Şimdi bütün klasik romanlar çizgiye dönüştürülüyor. Keşke onların da satış grafiği yayınlansa... Eminim onlara da karşı çıkıyorlardır. Çizgi roman okuyanı tembel ilan ediyorlardır. Çizgi romanı sevenin sonradan romana geçebileceğini kendi görselliğini yaratabileceğini hesaplayamıyorlardır bile...  Blog bile okuyamayan, başkalarının cümleleriyle tweet yazan, panellerde doğru dürüst soru soramayan, kendini ifade edemeyen, öğrencileri test puanı hesap uzmanı olarak yetiştirdiklerinde kendilerini başarılı buluyorlar. Eğitim fakültelerinin giriş puanı tıp fakültelerinden daha fazla olmalı...

25 Ağustos 2011 Perşembe

kızarmış et kokusu ve kan!


Önceki postu girdikten 15 dakika sonra yine sokaklardaydık.  Ortalık yine kan içinde kalmıştı... 
Bu kez kesin çözüm! Lokal anestezi ve yakılarak alındı o çirkin et demeti. Allahım! Ter içinde kaldım. Panço başını omzuma dayadı, nefes nefese garibim.  İkimiz de bakmıyoruz arka planda ne olup bittiğine... Ama kızarmış et kokusu geliyor burnumuza... Ardından bir antibiyotik iğne... Ağızlığımız da var.  Arasından dilimiz çıkmış birazcık... Kalbimiz güm güm atıyor! Ama yine de usluyuz. Canımız yandığında tehdit ediyoruz ama, ısırmaya yeltenmiyoruz. Neden hep bizli konuşuyoruz? Çünkü empati kurduk anasını satayım. O ne hissediyorsa aynını yaşıyorum. Ya da ben hissediyorum o yaşıyor. Uslu olmasını diledim. Uslu oldu. Ama fırsatını bulunca kapıyı burnuyla açıp vınnn! 
Bu oğlana bayılıyorum ben yaa... Kaçmakta hiç tereddüt etmiyor. 
Allahtan dış kapı kapatılmıştı. Yine kapının önünde kıstırıldı. Ağrı kesici iğne yapıldı. Bandajlanmış ayağını  silkeleyerek yürümesi görülesiydi ama,  akabinde başaramayacağını öğrenip normal yürüyüş havasına girdi. 
Yol boyu bandajın cırk cırk sesini dinledik. 


Ve bugün ilk kez,  az önce uykuya daldı.  Resimde görüldüğü gibi artık kapı önünde değil, çalışma odasında... ve ayak yalama takıntısı sona erdi. Gece bandajı sökmeye çalışır mı bilmiyorum. Bence yapmaz. Yarın ve öbürgün kontrole gideceğiz. Bu veteriner iyi. İlgili...  Elimden geleni yaptım, bıraktım demiyor. Gece de çalışırız diyor. Sanırım cep telefonları da açık.  Diğerinin de açık ama, bakmıyor. Ya da geri dönmüyor. Veterinerler yemin etmiyor mu? 
Bugün acayip bir gündü. beş saatlik uykuyla bunca hareket! Ayrıca söz verdiğim metni de yetiştirdim. Neyse o yaban gülünü de budadık! Bu yorgunluğa değdi...  Ayakta oluşu şansmış.. Ağız içinde olanı varmış
Büyük ihtimalle barınakta olduğu sırada kapılan bir virüs bu. Barınaklar kapatılsın diyorum da... kimse iplemiyor. Hayvanları telef ediyorlar!
Sokak hayvanlarını sahiplenin yaw... Slogan gibi oluyor ama... sokakta olsaydı ne yapardı diye düşünmeden edemiyorum. Açık yarası olacaktı, mikrop kapacaktı... belki ayağı gidecekti, belki kanı zehirlenip ölecekti. Yazık olacaktı güzelime... 
Googhan köpek alsın kampanyası bile başlatabilirim :))))) 
Onca cesar izledin be Googhan... Al birini de o bilgiler işe yarasın :)

Panço vampirmiş!


O yeşilimsi tüy demeti gibi görünen yer var ya... o viral papilon diye bir zımbırtı. Ur gibi, enginar gibi bir görünümde parmağının üstündeydi. Geçen gün veteriner büyürse ve kanarsa müdahhale etmemiz gerekir demişti... ve bu sabah, tam da ben acilen bir şeyler yetiştirmek zorundayken, iyk iyk diye gezinip ikide bir yerleri koklayan panço'nun ne haltlar karıştırdığını anlamak için bilgisayar başından kalktım ve ortalığı kan içinde gördüm. Panço kendi kanının peşine düşmüş meğersem. Yalayıp duruyor. veterinerini aradık, bulana araba veriyorlar! Yok! 
Ulen ne yapacağız şimdi? O zımbırtıyı da yalayıp duruyor. O da habire kanıyor. Koparırsa ayrı bir dert! Hadi düştük yollara... Başka bir veteriner bulduk. Acien dibinden bağlandı. Bu yöntem düşürürmüş... ama hrifin aklı hala o kanamada... 


Bu gördüğünüz hali, dikkattini ona verdiğinin ama ben tepesinde olduğum için harekete geçemediğinin hali... Fırsat bulur bulmaz yumuluyor. Bu aada kapının önünü mesken tuttu. Sanki sokağa çıkarsa acısı bitecek.  Masmavi bir ilaç sıkılmıştı. Yaladı bitirdi, yeşil yaptı. eğer parmağı şişerse bu kezgidip bağı çözülecek ve ameliyat olacak. Ama bu veterineri en azından oğlandan korkmuyor. O da acayip iyi durdu... Hatta muayene masasına bile kendi çıktı. Enerjiler ne kadar önemli yahu. Bu arada Panço'nun husky ve kurt kırması olduğunu da söyledi. Sokak köpeği muamelesi yapanlara kapak olsun :))) Al sana iki tane asil kan. Nerene koyarsan koy!
Oğlan hala ıyklıyor... Canı yanıyor galiba. Çok mu boğdular be ipi? 
ne gün ama!

23 Ağustos 2011 Salı

boşver!


Hayvanların dünyasında esnemek çok önemli... En barışcıl mesaj... Herşey yolunda mesajı... 
İnsanlarda  yorgunluk olarak algılanıyor... Oysa dikkatinizi  bir şeye yoğunlaştırdığınızda da esneme ihtiyacı duyarsınız. Bütün ve saf olarak görürsünüz baktığınızı... Yorgunlukla, uykuyla ilgisi yoktur. Beyin sessizce algılamaya hazırlık yapar. Kimi esnemenin negatif atmak olduğunu sanır. O sırada neler algıladıklarını es geçerler...  Belki de hazır olmadıkları için  bilinç düzeyinde olmasını arzu etmiyorlar, bilinçaltına atıp "rüya", "birden içine doğan his" kıvamında değerlendiriyorlar... 
Beynin, sakin bir deniz gibiyken algıladıkları bu denli önemliyken neden meditasyon  ilkokuldan başlayarak öğretilmez? 
Sessizlik insanın kendisiyle barış halidir... 
Sessizlik bilgiyle uyum halidir...
Sessizlik bir sonraki eylem için mola zamanıdır... 
Sessizlik dünya ile birlikte varolma halidir... 
Sessizlik nabız atışının evrenin ritmine eşlik etmesi halidir... 
Esnemek sessizliği yakaladığınızın işaretidir... 
Ya da beynine oksijen gitmediğinin :)))))

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Blogger N'lerini seçiyor



Mim"lenmişim... 
Başıma geldikçe ne olduğunu öğreniyorum işte... Beyinden yoksun olabilirim in marifeti bu... Ya da cesareti... ya da... bi numara olmasın lan bu işin içinde? Milletin tonlarca izlediği blog var... dar alanda kısa paslaşma yapmak da bana eziyet olacak şimdi...  Bir kedi diğer kedinin blogundan araklar tabii ki kuralları... Sağol Sahaf kedi :)
Sahaf kedi'den alıntıdır... 
Kurallar!
Yazının başlığı "Blogger N lerini seçiyor" şeklinde olmalı...Bir bütün halinde ilerlemeliyiz.Her kategori için en fazla 3 seçim yapabilirsiniz.(Sadece 1 kategori için 5 tane yazma hakkınız var.Çoğumuzun blog açma sebebi,kendimizi anlatmak) 
Ekstradan 1 kategori daha ekleyip seçiminizi yapabilirsiniz. 
Kategori açarken mümkünse seçiminizi en güzel,en akıllı,en zeki gibi şeylerden yana kullanmayın.Tamam birbirinizi tanıyor olabilirsiniz ama burda genel seçimden bahsediyoruz ve birbirimizi sadece yazılarımızdan tanıyoruz.Yazılardan yola çıkarak sonuçlara varabileceğimiz kategoriler olmalı.(Kişileri rencide ederek küçümseyecek türden kategorilere kesinlikle yer vermeyin.)Aynı kişiyi 1 den fazla kategoriye yazabilirsiniz.Mim yazılarınız kesinlikle okunacaktır.Okunduğuna dair yorum bırakılacaktır.Bir gün içerisinde yazılarınıza yorum gelmezse mail atarak haber verirseniz en doğru sonucu elde etmiş oluruz. 

-muş... kurallar böyleymiş... şimdi kategoriler geliyor...

En iyi Tasarıma sahip Blogger : favoritehometovisit (ben yazdığımda niye mavi olmuyor bu yaw?) nihavent renkler, 

En güncel blogger: beyinden yoksun olabilirim 

En meraklı blogger: yok (en bi meraklı benim)

En çok gezen blogger: at tut serbest

En çok bilgilendiren blogger: manalı filmler, favorite home to  visit, ona deymiş buna deymemiş... 

En çok kendini anlatan blogger: Nihavent renkler, beyinden yoksun olabilirim, 

En çok eğlendiren blogger: beyinden yoksun olabilirim, olağanüstü sıradan, üniversite hazırlık günlüğüm, 

(Bu da benden) En tembel blogger : Kostümlü prova (sordum... gücenmezmiş:))) 

Bu listeden sonra izlediğim bloglarda bayram temizliği yapacağım... çoğu tembelmiş yaa...   Bundan sonra yazmayan 'N (korktuğu) şey olsun! 

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Her zaman Cesar, İlle de Cesar

Googhan'a inat! :)
Sadece ona inat değil, iki yüzlü insanlara inat! Bu ara yüzüme gülen komşuların arkamdan beni şikayet ettiklerini farkettim de... Kızgınım! Panço yüzünden. O kadar sevgi dolu ki... Kendisine seslenen olunca homurdanıp üzerine atlamaya kalkıyor. Herkesin gerçekten kendisini sevdiğini sanıyor. Safım benim. Bu homurdanmalar tehdit olarak algılanıyor. Yarından itibaren insanlara güvenmemesi gerektiğini öğreteceğim. Cesar ne yapıyorsa, tam tersini yapıp. 
"Bak oğlum, yan yan gidene yanaşma, korkudan tekme atar, bakarsan saldırdığını iddia eder. Elinden gelirse seni öldürür. Sana sırıtarak bakana aldanma, korkusunu gizlemeye çalışan ödleğin, sahtekarın tekidir. Kokla ve topukla! Bu daha tehlikeli, arkadan vurur!" 
Onlar sistemin adamıdır, herşeyi kullanırlar, dini, yasaları... Sevgiyi dillerinden düşürmezler ama tek dertleri nefretlerini gizlemeye çalışmak... İnsanlardan uzak dur. 


İnsanlardan uzak duracaksın. Saf ve temiz olan hayvanlar. Onlar yanındaysa, dünyan harikadır. 


Bu tüm duygularımı anlatıyor işte! 

Bizim oralarda bir laf var... "El el üstünde el "şey" üstünde oturmak" diye... İşte bu el el üstünde, elleri şeylerinin üzerinde oturanlar sadece laf üretirler. Hayat onlar için  takıntılarıyla  oyalanmaktır. Takıntıları da korkularından kaynaklanır. En çok da geçmişlerini ve acılarını kusarlar.  Herkesin aynı bokun içinde olmasını arzu ederler. Eğer orda değilsen, aykırısın, onların değerlerine uymuyorsan tehlikelisin. Sokak köpeği almışsan,  sefilin tekisin. Onların arasında olmana dayanamazlar. Sokaktan olan.... Topunuzun canı cehenneme!!!!


Cesar'ın takıntılı köpekler için bir uygulaması var. Onların beynini takıntılarından uzaklaştırmak için... parmağıyla dürtüyor bir yerini... Keşke insanlara da uygulanabilse bu. 
"Hşşt, çocukluğunun acılarından uzaklaş!"
"Hşşt, önyargılarını bir kenara at!"
"Hşşt, eski sevgiline kafayı takma!"
"Hşşt, anan ya da baban seni dövdüyse, sen de kendini hergün dövmeyi bırak!"
"Hşşt, sevgi böcüğü gibi sahtekarlık yapma!"
"Hşşt, salak olmaktan vazgeç!"
"Hşşt, insanın dünyadaki tek varlık olduğunu düşünmekten vazgeç!"
"Hşşşt, tanrıyı oynamaktan vazgeç!"
Takıntıları oltalar gibi insanların. Bir ucunda kendileri var, diğer ucunda kendileri hakkında inançları. kimse o oltayı çekip ne tuttuğuna bakmıyor. Oltanın ucuna takılmış o cesedi çekiştirip duruyor ve onun balık olduğunu varsayıyor. 
Oltanın ucundaki bütün cesetlere mezarda yüzleşecekler! Umarım. 


19 Ağustos 2011 Cuma

al gelinciğin masalı...


Çocukken okuyup da sevdiğiniz masallar, kişiliğinizi etkiler diyorlar... Al Gelinciğin Masalı  okuyup etkilendiğimi aradan yıllar geçtikten sonra bile unutmadığımı farkedince anlamıştım. Özetle şöyledir Al Gelinciğin Masalı... Çiçekler arasında güzellik yarışması yapılır. Hepsi ortaya çıkıp özelliklerini anlatırlar... Nasıl narin ve nasıl görkemli olduklarını... En sona gelincik kalır. O der ki, benim rengim şehitlerin kanından gelir. Rüzgara bile dayanırım, gücüm onların gücüdür... "Ama beni kopartırsanız  hemen dağılırım. Ben toprağımda güçlüyüm."


Ölen her genç topraklarımızı kanla suluyor. Dökülen her kan bu toprağa ait. 
Henüz gelincikler bitmedi üstlerinde. Barış gelmeden de bitmeyecek... 
Hala "Onların hepsini gömeriz bu topraklara!" çığırtkanlığı yapılıyor. 
Yeterince mezar kazılmadı mı? 
Daha kaç gelincik sökülecek toprağından?

17 Ağustos 2011 Çarşamba

İnek!

Birine inek derseniz, sadece kafasını kaldırmadan çalışan, uyumlu, uslu olduğunu düşünmeyecek artık. İsyankar ve devrimci olarak suçlandığını bilecek.  Yani okkanın altından kurtulamayacak. 
İkinci (ne belli?) özgürlüğünü ilan eden inek vakası gerçekleşti. 
Bu kez Almanya'da... Bizdekiler 1942'den beri Spil dağındalar. Belki hala 1.500'lük nüfuslarını korumayı başarıyorlardır. 


Belki diyorum, çünkü silahını alan kasap bedava inek için pusuya yatıyor. Koruma altına alınacağı, park yapılacağı, başlarına bekçi dikileceği söylenmişti vali tarafından. Bekçili mekçili nasıl bir özgürlük olacaksa... Bir de turizme açacaklarmış... Sevsinler! "Şimdi ahırdan kaçıp dağlara çıkan gebe ineğin geniş ailesini görüyorsunuz. Nasıl bu kadar geniş bir aile olduklarını merak ediyorsanız... Efendim, otlatmaya getirilen sürülerdeki boğaların ırzına geçmişler!"  
"Kızları kendi haline bırakırsan bu olur işte!"

Almanya'daki gariban için vur emri çıkarılmış. 
Çok mantıklı geldi bana. Hangi sistem bir "ineğin" isyanını sineye çeker? Vurun kahpeyi!
Ya okullardaki "inekler" gerçek inekleri örnek alırsa?
Ne iktidar kalır ortada ne de çalıştırılacak adam. Sisteme uyumluları nerde bulacak bu millet? 
Emir alan kimse olmazsa, ne olur memleketin hali?
Ama bir tane bile öküz ya da boğanın ormana iltica etmemesi ilginç değil mi? 

14 Ağustos 2011 Pazar

Kedi özledim dedim ya...


Hemen duyarlar! akşamüstü kapım çalındı. Komşularımdan birinin   hayvanlara düşkün küçük kızı "Sizin kedi pencerede, içeri giremiyor" dedi. İmkansız! O bir şeylerin altındadır illa ki... Nitekim divandaki minik çadırındaydı. Pencereler de boş... Sonra yatak odasına baktım. Benim kata kadar tırmanmış (nasılı ve nedeni meçhul) ve tabii ki inememiş,  demirlerin arasında bir sağa, bir sola yürüyen şapşalı gördüm. Beyazlı-tekir genç bir erkek. Penceredeki tel söküldü, içeri gelmeye ikna edilemeyince ayak yakalama operasyonuyla içeri alındı veee... karşımızda pançoooo... "Panço, çık dışarı!"
"Neden yaa... Burda ne güzel oyuncaklar var!"
Dışarı çıktı ama bu kez elimdeki vatandaş debeleniyor! Köpekten huylandı. 
Neyse, genç arkadaşa teslim edildi kedi ve acilen dışarı gönderildi. 


İki üç saat sonra balkonun altında dolanırken Panço'nun iiykleyen sesini duydu. Durdu, şöyle bir kabardı. Dikkatle baktı. Sırtı düzleşti. Oturdu ve Panço'nun karşısında yalanmaya başladı. A, benimki de uzandı şirin şirin onu seyretti. Bunların hepsi çatlak! Bütün bu çatlaklar da beni buluyor! 
Benim kız kedinin sesini duyunca ne hissetti acaba? 
Yediğim küfürleri düşünmek bile istemiyorum.
Belki de, "köpek bile başka bir kediden daha iyi olabilir. Hata ediyorum" demiştir. 
Panço içinse durum daha ilginç. Evin bir bölümünde bir sürü kedi var. Ne zaman ortaya çıkacakları da bilinmiyor. :)))

13 Ağustos 2011 Cumartesi

önüm, arkam, sağım, solum köpek...

Kedim, gizli kapaklı görüştüğüm sevgilim gibi oldu... Gündüzleri kapı açık ama, ikisi de birbirine yüz vermiyor. Tamam, Panço'nun kızı çok merak edip üstüne gitmemesi harika bir şey ama, kız ya divan altında, ya örtü altında... Yemeğini yesin, tuvalete rahat gitsin diye geceleri ara kapıyı kapatıyorum. Sanki ben o rahat hareket etsin diye değil de kendini yatak odasına kapatsın, sadece suyla beslensin demişim gibi davranıyor. "Kızım git, haddini bildir, şöyle bir ortalıkta salın, alem kaplan görsün..." Yook... O, dışarıdaki gürültücü, kocaman yaratık orda dursun, bana bulaşmasın derdinde...
Benimkinin bebekliğine benziyor bu velet :) 
Kedileri öyle özledim ki, bir arkadaşın gönderdiği PPS'i JPG dosyasına çevirmek için Biragöbe'ni esir aldım dün gece... Zengin olunca sana bir fıçı bira göndereceğim Biragöbee...:)) 
Benim çakma Puma'nın son marifeti de tuvalete gitmemek. 
İçimi kabak bıçağı gibi oyuyor. Bilerek yapmıyorsa ne olayım!
Birlikte banyoya kapanıyoruz. Dışarı çıkmak için bağırıyor, kapıyı açmaya çalışıyor. Sonra "İyi madem, burda kapalıysak bari çişimi yapayım" diye kumuna giriyor. Katır gibi işiyor!!! 24 saatlik çiş tutmanın sonu. Bir zahmet kakasını da yapmayı lütfediyor. Bunadı mı acaba ya? Hayvanlarda var mıdır bunama?
Bunak değilse, kesin manyak!


Kaprisin bini bir para. Bakalım bu işin sonu neye varacak? Köpeğe iyi kötü bir şey öğretiyorsun da... Kedinin o hep hayran olduğum başına buyrukluğu bu kez dert oldu. "Çıksana len dışarı" dediğimde öyle boş bakıyor ki suratıma. Sanırsın hayatında ilk defa görüyor beni. Ama kuyruk sinirini ele veriyor. Altına yastık koysam kabarır pamuklar...  Eski günleri özlüyor muyum? Bir anlamı olmadığı için, düşünmüyorum bile... Çünkü hayat değişti. Ben büyük bir kedi olarak uyum sağladım, o küçük organizma, hala direniyor. 


Keyif düşkünü şeyler!!!! Çok haklılar. Hayat bunun ötesinde ne ki zaten? Bir çamaşır sepetiyle bile mutlu olmayı bileceksin işte! Taa ki, kendilerine rakip gelene kadar. Köpeğe genellikle razı oluyorlar diye biliyordum ama, benimki iyice faşist çıktı. Kendinden başka kuş tanımıyor. Pasif faşist olur mu? Benimki tek örnek mi acaba? Üstelik balık burcu... Duygusal, şefkatli falan olması gerekiyor. Hikaye!!!

Bu arada Panço artık otur deyince oturmayı öğrendi. Ama o da inatçı! Şimdilik ödül yüzünden oturuyor. Ama en azından otur demenin ne demek olduğunu anladı. Sıra "Yat!" komutunda. Başını bastırın diyorlar. Değirmen taşı kadar ağır oluyor direnmekten... Nereye bastırıyorsun? En kolayı, oturttuktan sonra ön ayaklarını tutup çekmek. Salak salak bakıyor önce, sonra ödülü alınca, "ha, bunu vermek için yere yapıştırdı beni' diyor herhalde... Daha ilerleme kaydedemedik... Bugün, kapı önündeki heyecanla dışarı atılmasın diye eğitim verdim güya... güya, çünkü çoğu çekişmekle geçti.
"Bekle!"
"Ne beklicem be, çıkalım hadi!"
 Hayır"
"YUH! Yine mi içeri, daha yeni çıktık be!"
 Beklemeyi öğreneceksin!"
"Nah öğrenirim!"

Sonra intikam alıyor. Sokaktaki kedilere iyi davranmayı, görmezden gelmeyi unutuveriyor. Öyle puşt ki!
"Ben var ya, bunları bir lokma da..."
"Nah yutarsın, öküz! yürü!"
"Bak, bak, bak... orda bir tane daha var!"
 "Yürü len!"
"Aa, kuş, kuş!"
"Koş koş... belki yakalarsın salak!"

Bu muhabbetten sonra, evde mamadan çıkartıyor hırsını. Sonra duruluyor. Boş ver yaa... iyi geçinelim biz. Ben seni seviyorum... Bunlar ikimizin de duyguları. Her ilişki gibi, inişli çıkışlı işte. Evde hareket bol valla...

12 Ağustos 2011 Cuma

unuttuğum bir keyfi yeniden yaşıyorum...

Kabuk bağlamış yarayı kaşımak ve kabukları yolmak... Allllaaaaaaah! Nasıl güzel bir şey yaaaa!!!

11 Ağustos 2011 Perşembe

Haberleri izlerken içiniz kararıyor mu?

Aha, diyorum ben, tamam, batıyoruz. Battık. Kıyamet, Marduk, 2012 ve dahi bilmediğim bir sürü kehanet doğru çıkıyor. Dünya elden gidiyor.

Çevrecileri dinliyorsun... Hergün bir tür bitki, hayvan ya da bir şey yok oluyor... (Yerine yenileri de geliyor ama, bu da nedense felaket haberi gibi veriliyor) E, dinozorlar gitti, yerine biz geldik, asıl felaket buydu belki de... Ne bileyim... Değişimi felaket olarak gören bilimadamları içimi daralttı. Buzları kesiyonuz, arasına bakıyonuz, aa, dünya habire değişmiş. Bunu biliyon... Yine değişiyor. E bu niye şimdi felaket olsun? Senin için felaket, dünyanın bir itirazı yok. Sen kıçını kollama peşindesin. Milletin ödünü patlatıyorsun. Çok üredik. Zararlı olandan kurtulacak işte sistem. Daha ne?

Politikalara bakıyosun, anam herkes birbirinin gözünü oyuyor. E buyur, oy! Şeyin büyür belki! Dünya kaynıyor, sokaklar yangın yeri... Demokrasinin kalesi, beşiği, ana kucağı vesairesi İngiltere yağmacılarla uğraşıyor pardon uğraşamıyor, bizim cengaverler ortalığı,bildik yöntemlerle korumaya almış (sopaylan) amanın disiplini keşfetmişler... E ne demeye o zaman bizim askerimize, polisiye tedbirlerimize karaşıyonuz? Utanmasanız nerdeyse ithal edeceksiniz. Demokrasi denen naneye bir türlü aklım ermiyor. Kendini savunma hakkını bile suç işliyorsunuz diye mimliyebiliyorlar! Orantısız güç kullanmakla suçlanabilirlermiş. Eh bu konuda haklı olabilirler ama, bizimkiler polisten öğrendi bunu. Yere düşene vurmayı falan... bknz. 1 mayıs lar:))))

Ekonomi desen iki paralık oldu. Olasılıksız diye bir kitap var ya hani, ülkesinde değil de burda 1 numara oldu. Biz kehanetleri gözünden çakarız. Orda altının altın günlerinden söz ediyordu. Ahanda geldi. Borsalar, devletler neyin iflas edecekler... Altın yeni tanrı olacak... Buyur yeni düzen. Artık kim kimi bilinmez. ordaki gibi gelecekten gelip de dünden altın biriktirseydik... iyiydi.

Sırada cinayetler var... 7'den 90'a kadar herkes birbirinin boğazına sarılıyor...  Dünyanın bir yanı açlıktan ölüyor. Bir yanı zenginlikten sapıtıyor.

Sıkıldım yahu! Valla sıkıldım. İnsan olmak bu mu be! Hay ben içine etmişlerin içine edeyim!

Güzel bir şeyler istiyorum. Çiçek, böcek, kedi, köpek, müzik, edebiyat hatta masal istiyorum. Dünya gerçeklerden bunaldı, insanları güzel masallarla avutalım biraz. İçleri serinlesin. İnsan olduklarını hatırlasınlar. Olan biten herşey çok katı, acımasız, zalim... karanlık.... Işığa yer açın biraz lan!

9 Ağustos 2011 Salı

hala kıllanmadınız mı?


1942- 31 Ocak Öğrencilere sigara içme ve nişan yüzüğü takma yasağı getirildi.
1942- 30 Ekim Kız öğrencilerin ipek çorap giymesi saçlarını kıvırması yasaklandı.
1942- 05 Kasım Lokanta ve birahanelere ekmek verilmesi yasaklandı
1943- 26 Şubat Varlık Vergisini ödemeyen 160 kişi çalıştırılmak üzere Aşkale’ye gönderildi.
1944- 14 Nisan ABD ve İngiltere Türkiye’ye nota vererek Almanya’ya krom ihracını durdurulmasını istedi.
1945- 03 Ocak Türkiye Japonya’yla tüm ilişkilerini kesti.
1945- 23 Şubat TBMM, Birleşmiş Milletler kurucu üyesi olabilmek için Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etti.
1945- 27 Aralık Uluslararası Para Fonu (IMF) kuruldu.
1946- 16 Aralık İstanbul sıkıyönetim komutanlığı Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi, Türkiye Sosyalist Partisi, İstanbul İşçi Sendikalar Birliği, İstanbul İşçi Kulübü kapatıldı.
1946- 30 Aralık Demokrat Partiyi komünistlikle suçlayan Yozgat valisi Sadri Aka mahkûm oldu.
1947- 20 Şubat İşçi ve İşveren Sendikaları kanunu TBMM’de kabul edildi. CHP grev hakkına karşı çıktı.
1947- 6 Mart Sağcı milliyetçi öğrenciler, solcu öğretim üyelerinin üniversiteden atılması talebiyle Ankara Ulus’ta gösteri yaptılar.
1947- 11 Mart Türkiye Uluslararası Para Fonu Teşkilatı’na katıldı.
1947- 18 Nisan M. Ali Ayar’ın çıkarttığı Zincirli Hürriyet gazetesi sağcı öğrenciler tarafından tahrip edildi.
1947- 20 Aralık Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün yatlarının ödeneğinin, bütçeden çıkarılması.
1948- 11 Ocak Ankara Üniversite senatosunun, sol eğilimli oldukları gerekçesiyle bazı öğretim görevlilerini üniversiteden uzaklaştırması…
1948- 22 Şubat Üniversiteler Arası Kurul Kararı ile Ankara Üniversitesindeki solcu profesörlerin üniversiteden uzaklaştırılması
1948- 03 Nisan Marshall Planının imzalanması. Avrupa Ekonomik İşbirliği’ne katılım.
1948- 25 Kasım İlkokullarda isteğe bağlı din derslerinin koyulması
1949- 04 Nisan Sosyalizm ve SSCB’ye karşı emperyalist bloğun jandarmalığını yapması için ABD öncülüğünde kurulan Kuzey Atlantik Savunma Paktı (NATO) kurulması
1950- 03 Ocak Türk-Amerikan Kadınlar Derneğinin kurulması
1950- 02 Mart Van Özalp’de hayvan kaçakçılığı yaptıkları gerekçesiyle 33 kişiyi sorgulamadan kurşuna dizdiren Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın 20 yıl hapse çarptırılması.
1950- 17 Ekim TBMM kararı olmaksızın Kuzey Kore’ye karşı savaşmak üzere bir Türk Tugayının Güney Kore’ye gönderilmesi.
1950- 30 Aralık Türk Barışseverler Derneği’nin Kore’ye asker gönderilmesini protesto etmesi üzerine dernek başkanı Behice Boran ve arkadaşlarının 15 ay hapse mahkum edilmesi.
1951- 13 Mart Demokrat Partili Rauf Onursal, İsmet İnönü’nün Abdülmecid gibi sınırdaşı edilmesini istemesi...
1951- 25 Mart Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, solcu öğretmenlerin tasfiyesinin sürdüğünü açıkladı.
1951- 25 Nisan İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü, siyasal bildiri yayınladığı gerekçesi ile Ordünaryus Profesör Doktor A.Fuat Başgül hakkında 25 ayrı soruşturma başlattı.
1951- 17 Ekim NATO protokolü Londra’da imzalandı.
1951- 27 Ekim Sevim Tarı’nın tutuklanmasıyla başlayan ve 2 yıl süren TKP operasyonu başladı. Birçok devrimci ve demokratın gözaltı, işkence ve tutuklanmasıyla sonuçlandı.
1952- 21 Ocak Milli Savunma Bakanlığı bir açıklama yaptı. Açıklamaya göre Kore’de 34 subay, 46 astsubay, 1252 er öldü.
1952- 25 Ocak Gümrük ve Tekel Bakanı Sıtkı Yırcalı özelleştirme kapsamında özel sektörün kibrit üretebileceğini açıkladı.
1952- 25 Şubat Başbakanlık ilmi komisyonu, anayasada 40 antidemokratik yasa olduğunu açıkladı.
1952- 07 Mart Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü ve 222 arkadaşı, anayasanın dilinin Osmanlıcaya çevrilmesi için DP adına meclise önerge verdi.
1953 17 Ocak Adnan Menderes demokrat rejimi tehdit eden tehlikeleri saydı: Siyasi irtica, dini irtica, milliyetçi irtica, komünizm.
1953- 06 Şubat TBMM kararına göre gazeteciler artık askeri mahkeme yerine sivil mahkemelerde yargılanacak.
1953- 28 Mayıs Kore’de 155 kayıp daha verildi.
1954- 18 Ocak Yabancı sermayeyi teşvik kanunu çıkarıldı.
1954- 27 Ocak Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı.
1954- 07 Mart Petrol işletmeciliğini yabancı sermayeye açan Petrol Yasasının kabulü.
1954- 25 Kasım gazeteci Nurettin Ardıçoğlu’nun 6 ay hapse mahkûm olması.
1954- 01 Aralık gazeteci Hüseyin Cahit Yaçın’ın 26 ay 20 gün hapse çarptırılması
1954- 25 Aralık gazeteci Sadık Aldoğan’ın 10 ay, gazeteci Hüsnü Söylemezoğlu’nun 1 yıl 10 ay hapse çarptırılması.
1955- 24 Şubat Türkiye ile Irak arasında karşılıklı işbirliği anlaşması olan CENTO’nun imzalanması. Pakta sonradan İran ve Pakistan da katıldı.

 (politikadergisi.com/archive/201003?page=5 )

60 darbesinden sonra da bir darbe geleneği başladı... Sonra... sonrası malum. Sağ ve amerikan politikalarını izleyen partilerin geleneği hüküm sürüyor. ABD'nin izni olmadan kimse bir bok yapamaz artık bu ülkede. 
Şimdi ipi dışarda olanların hükmünün rotası faşizme doğru döndü. Kimsenin de sesi çıkmıyor. Neden? Çünkü herkesin hassas olduğu noktadan yola çıkıyorlar, dinden. 
Beyoğlun'da, Asmalımescit'te, Cihangir'de toplatılan masaların ramazan öncesi olması hiç dikkat çekmiyor mu? 
Önce iki kişinin oturabileceği sıraları kaldırdılar. Sandalyeye geçti millet. Çok üstünde durulmadı. Kimse kıllanmadı. Sonra birgün kamyonlarıyla gelip herşeyi toplayıp götürdüler, çiçekleri bile... Özellikle çiçeklere ve yeşile tahammülü olmadıklarını söyleyebilirim. Güzel olan cehennemden geleni rahatsız eder. 
Esnafın abarttığı söyleniyor. Abartabilir. İnsani bir durum. Ama izni alınmış, sınırları belli ve belediyeye harcı ödenen yerlerin dışında kalanları alabilirdi. Evet, bunlar verilecek geriye... Sınırlar içinde kalınması koşuluyla... Ama Ramazan geçtikten sonra. 
Hem oruç tut, hem demokrasi adına, orda oturup bira içeni döv, zaten yaz günü onaltı saat oruç tutuyorsun... çocuklar yorulmasın, sinirleri bozulmasın dediler. Kökten çözüm buldular. Hiç değilse "münferit" denilen küçük bireysel olaylarla idare ediyorlar. Tek başına yakalamak sigara içeni, şort giyeni (özellikle kadınsa) daha iyi. Çok efor sarfetmek gerekmiyor. Atıyon dayağını, geçip gidiyon, üstelik Allah adına bir bok yemiş oluyon. sevap hanesine çentik atıyon eve gittiğinde... Bunlar birikir birikir, sonunda cennette buluyverirsin kendini... di mi?

Geçen ay yazdığım yazı birdenbire revaçta olmaya başladı son günlerde... Çok ilgimi çekti. Kıl ötesi mevzular yazısı... Kadıköyde'ki olay hakkında yazmıştım. Biri sanırım onu sosyal paylaşım sitelerinden birinde paylaştı, epey ziyaretçi çekti diye düşündüm... Olabilir. Ama bu süreklilik göstermeye başladı. Yani sabit sayıda bir kitle, hergün ziyaret ediyor ve okuyor bu yazıyı... Yorum da yok... İzleyici olarak katılan da yok. Bu matrak değil mi? Kim bunlar? Bilmeden birilerine taktik mi verdim lan? diye kara kara düşünmeye başladım. Kıllandım be! Sessiz ve derinden izleniyoruz sanki... Kişisel paranoya falan değil, toplum olarak izlendiğimizi düşünüyorum. 


Sıradan Faşizm filminin afişi

Tepkiler ölçülüyor. Beyoğlunda esnaf yürüdü... Masa toplatma olayı ekonomik olarak düşünüldü, tepki ona göre verildi. Hayır, olay politikti... Şartlandırarak, şaşırtarak öğretiyorlar. Ramazan da ortada olmayacaksın. İçkini evinde içeceksin. Ya da sigarasız ortamda, dükkan içinde. Bu politik bir olaydı. Tepkinin öyle verilmesi gerekiyordu. Ama biz anında tepki verebilen bir toplum değiliz. Asla Fransa, İngiltere, Almanya ya da yeni isyankarlardan ortadoğu gibi değiliz. Akdeniz tembeli, uyuşuklar olduğumuz için, amaaan, deniz kıyısına gideriz abi... deyip birarada olmanın engellendiği yerlerden hemen uzarız. Yakında oraları da kalmayacak. 
Yakında sadece evinin dört duvarı kalacak. 
Kalırsa... 



6 Ağustos 2011 Cumartesi

Snıav sonrası...

Son yazımı okuyup hemen arayan arkadaşlarıma, geçmiş olsun mesajı yazanlara teşekkür ederim. Bazı sıyrıklar ve ağrılar geçti, yenileri türedi... Ya kaburga çatlağım var ya da Nazo'nun dediği gibi kas ezilmesi (o başka bir şey söylüyor ama, aklımda tutamadım ki, doktorca tanımları var... Ezik işte.) Ağrısı bol olur dedi. Doğru. Öksürürken, hapşırırken hissettiriyor. Bir de yerde beni taş gibi sektirmiş hazret, sırtımdaki üç kan dolu nokta arada bir sızıntı yapıyor. Ödemi atıyoruz değil mi doktorcum :)) 

Beni asıl şaşırtan ve ilgilendiren Nihavent'in söyledikleri, "..gözüm korktu köpekten vazgeçtim" diyor ya... Yahu düşen benim, sana ne oluyor? Bu kadar büyüğünü alma köpeğin. Gerçi Nazo kedisini tasmayla gezdirirken düştüğünden sözetmişti... Yani arkadaşım kaderde düşmek varsa, istersen kaplumbağanı gezdir, yine düşersin. Düşme korkusu yüzünden bir hayvanı sevmekten vazgeçmek neden? Ayrıca Panço beni düşürmedi ki... Benim cahilliğim, tecrübesizliğim ve salaklığım düşürdü beni. İki gün içinde aldığımız yol o kadar güzel ki... Canım çok yandı ama, bu iki günün ve sonrakilerin güzelliğini nasıl harcarım? Nasıl gözardı ederim? Hem bu benim sınavım, senin de aynı sınavdan geçeceğin ne malum? Benim başıma geleni senin de yaşayacağını kim söyleyebilir? 


Sınav derken, hemen bir kitaptan sözetmek istiyorum. DOKUZLAR ÇEMBERİ kitabın adı. Cherry Gilshrist yazarı. Anahtar yayınlarından çıkmış bir kitap. 
"Dokuzlar Çemberi, dişil ruhun farklı fakat eşit derecede önemli özelliklerini temsil eden dokuz arkepit tanımlar. Bu akteripler dansı, hem bireyin yaşamını hem de kadının öyküsünü bir bütün olarak tanımlar. İnsanlık kadar eski, sürekli değişen tarzların bir çemberi. Büyük Ana, çocuklarını yaşam döngüsünü kucaklayan bir sevgiyle büyütür; Gecenin Kraliçesi, hain içgüdü enerjisini meraklı bir dış dünya algılamasına kanalize eder. Dokuyucu Ana, kendi düzenlemesine göre isteklerinin kilimini gözler önüne serer. Kadınlar, bu arketiplerin yanı sıra ihmal edilen yada bastırılan özellikleri konusunda yeni bir perspektif kazanırlar. Tarihsel referansları ve çağdaş gözlemleri kullanarak, Cherry Gilchrist, modern kadının psikolojisini açımlayan bir mitoloji portresi çiziyor. Çözümlemesi, yorumları ve pratik öğütleri, kadınlık gizeminin çözülmesine yardım ediyor ve günlük yaşam için yararlı bir yol gösterici oluyor."
kitabın tanıtımında böyle diyor.  Kitap 93 yılında çıkmış, ben 95 falandı rastlantı eseri bulduğumda...  Benim için çok önemli bir kitap. 
Dokuz arketipten söz eder yazar, üç kraliçe, üç ana, üc de hanım  olmak üzere. Kraliçeler; Gece Kraliçesi, Güzellik kraliçesi, Yeryüzü Kraliçesi... Dokuyucu ana, Büyük ana, Adalet ana ve Işığın hanımı, Ocağın hanımı, Dansın hanımı... Ve her kadının içinde bu arketiplerden bir parça var ya da ortaya çıkmak için bekler bir köşede... Kimi de daha ağırlıklıdır, ama gerekli olduğu zaman diğer arketipleri ortaya çıkarmayı bilmelidir. Ben de ağırlıklı olan gece kraliçesi...


Bu kaktüsün adı da gece kraliçesi...
Herhangi bir çiçeğe değil de kaktüse bu adın verilmesi akla hemen Jung'u getiriyor. :) Ortak bilinç alanı. 
Bu dokuz kadının içinde en zorlayıcı olanlarından biri... Bilgili, sihirli ve ilkeldir. Bütün dokuzlar gibi yetenekleri ya kör güçler gibi etkili olur ya da yaşamın niteliğini yükseltmek amacıyla bilinçli olarak kullanılabilir. Hoş ve zarif olma anlamında çekici değildir. Şok edebilir ya da kızdırabilir. fakat kadınlar için doğal hakları olarak ilişki içinde olmak isteyecekleri bir gücü, günün bütün görevlerinin geride kaldığı gecenin içinde doğal olarak etkili olan bir gücü temsil eder. 
Gece kraliçesinin gece yaratıklarıyla  -baykuşlar, yarasalar ve parlak gözlü kediler- ve daha genel anlamda hayvanlara ilgisi vardır. 
Uzun bölümler bunlar kestirmeden gittim. 
Her biri için İmgeler kısmı ilginç
Sokak imgesi; Gotik. Punk ya da beatnik olabilir diyor. Yanında bir alsace köpeği ile dolaşır. Nereye gittiğini bilmezsiniz ve sormamak daha iyidir :)
Mitsel imge; Görünüşü görkemli ama korkutucudur. 
Kişisel imge; Yabanıllığı ve ilkeli sever, değer verdiklerinin pahasına bile olsa bunu arayacaktır. Geleneği kırmadan önce onunla yaşamayı dener. 
Evrimi de şöyle... 
Gençliğinde isyankar... 
Olgunluğunda artık gücünü kullanmayı öğrenmiştir. Herkes tarafından sevilmez.
Yaşlılığında bir ev dolusu kediyle yaşayan egzantrik bir kadın tablosu olarak karşımıza çıkar. Görünümü ve toplumsal kurallar çok umurunda değil. Canı istediği zaman, yer, uyur, gece için yaşar. :)))
Bu arketipin armağanları; Hayvanlar ve kuşlara doğal bir ilgi. Yabanıl yerleri sevme, görme yeteneği. Telepati ve sağgörü, serüven olanakları, normal rutinden kurtulma...
Sınavları; Yapay bir ortamla sınırlanma ya da toplumsal kurallar, geleneklere uyum göstermeye zorlanma. kazalar, hayvanlar, fırtınalar, depremler... 
Görü; Saldırgan ve ilkel içgüdü ve onun getirdiği bilgelik... 


Dokuyucu ana da içimde hissettiğim bir arketip... Bence en güzel simgelerinden biri örümcek! Ondan daha usta bir dokuyucu, daha kutsal olanı yok. :) Ama yazmayacağım tabii... Yeter bu kadar. İsteyen kitabı bulur, okur. 
Bir çuval lafı niye ettim? Nihavent ben düştüm diye köpek almaktan vazgeçtiği için... Bu korkuyu aklım almadığı için...  Sevginin koşula bağlı olmasını kabullenemediğim için... Bir başka arkadaşım, "şimdi köpek nerde?" diye sorduğu için... Evde tabii ki... Vazgeçmem için bir neden mi var? Acı geçiyor, morluklar düzeliyor, yaralar kapanıyor... İçimdeki sevgi ise büyüyor... Tüm sevenler gibi kavga da ediyoruz :) Sevmeyi unuttuğum gün zaten ölmüşümdür, helva dağıtmak yerine, sokak hayvanlarını besleyin :)

4 Ağustos 2011 Perşembe

Uçmak deyince...

Sadece Panço uçmuyormuş... Ben de uçuyormuşum. Ama ben onun gibi yumuşak konmayı beceremiyorum. 

Bu akşamüstü bize çok şey öğreten ekiple buluştuk parkta... Ama öncesinde bir tur atmak zorunda kaldık. Çünkü benim panço yürümeden bağırsaklarını boşaltamıyor. Yürüdük. Tekrar parka döndük... Ve uzun zamandır unuttuğum şeyi nihayet gerçekleştirdim Luna'yı çektim. Bu arada benim gördüğüm karede Sevgili Uğur'un sadece bacağı vardı ama, tamamını görmüş kamera... Bana göstermedi ama... :)) 


Şu güzelliğe ve gülümsemeye bakın! Bu kız beni öldürüyor! Sonrasında harbiden ölecekmişim gibi hissettim. Benim asosyal yaratığım ne oynamayı ne durmayı biliyor. Huzursuz... Sürekli söyleniyor. Uzaklara bakıp alıp başını gitmeklere kalkıyor... Bunu nedense hep başka köpeklerin yanında yapıyor. Başbaşayken böyle tripler atmıyor. Sonunda eve döndük. Otoparka girdik... Geniş alan, herkes evine çekilmiş... Benimkini bırakıp bırakmamayı konuştuk, ama güvenemedim. Olur a, biri girer de kapının açılmasını fırsat bilip çıkar diye... Kayışını saldım. Büyük hataymış!!!! Paşa'nın güzel sahibesi çıkınca önce Luna koştu... sonra benimki... Hem de öyle bir hızla koştu ki...  


Şemsiyenin yerine Panço'yu koyun... O uçan adam ben oluyorum... Ama ne yazık ki kumsalda değildim. İnişim muhteşem oldu! Betona çakıldım resmen. bir beş saniye falan kaldım sanırım öylece... Önce Luna geldi. Güzelim benim doğrulduğumda hemen yalamaya başladı. Sonra benim angut! "Yalayım mı yaw? Ne oldu ki?" 
Neler olmadı ki... Sağ dirseğim, sırtımın sağ tarafı, dizim, ve kaburgam, bunlar hep kayışı tuttuğum yerin hasarları... yara bere, sıyrık ve vuruk içindeler... Nedense en büyük acı sol dizimde ve sol elimde... Sanırım kendimi durdurmaya çalıştım... Hay ben böyle uçuşun daaaaa... itin deeeee... hay ben!!!!!!!!!!
Ha, bu arada kafayı da iyi çaktım... Şöyle yıldızlı mıldızlı... Kalın olduğu için ucuz atlattık! Bir keresinde de vitrine dalış yapmıştım bu kafayla... Yok vitrin sağlam kaldı... Kafa da... Ona güvenisem de, bir kez daha çakarsam bir yerlere, artık hayalet falan görmeye başlayacağım sanırım! Kaburgayı kırmadım o belli ama, galiba ufak da olsa bir hasar var... öksürünce ya da Panço'ya bağırınca (bu arada çok bağırdım ona) acıyor. Bir boklar yediğinin farkında da, suçu yok ki garibimin. Salaklık bende. Ne demeye bırakmıyorsun elinden kayışı? 
Sabah nasıl kalkacağım yataktan ve o yürüyüşü nasıl yapacağım? 
Tek dert ettiğim bu... Keşke onu gezdirecek biri daha olsaydı. 
Kendimi çatlak yumurta gibi hissediyorum... 

Puma transformer kılığında, Panço'ya karşı...

Yette bu ayrılık gayrılık deyip kızı ortaya çıkardım bugün. Ama kafesinin içinde... Getirip salonda masanın üzerine koydum. Kızın "yine mi veteriner? Gitmem, valla gitmem!" isyanları, Panço'yla burun buruna gelince
"Hele bir yaklaş bak sana neler yapıyorum cehennem yaratığı!" na dönüştü. 

Bu on dakika boyunca sinirden, korkudan tir tir titrediği anın resmidir. 


Bu da hem bana hem Panço'ya dümdüz gittiğinin... 


Panço'nun tepkisi iyiydi... Önce bir hız gidip koklamaya kalktı. Yedi zılgıtı çekildi. Zılgıtın büyüğü kızdan, "yavaş ol lan!" gibi yumuşak olanı da benden geldi. Hemen karşısına oturdu. Akabinde yere uzandı ve aynen resimdeki gibi gözlerini yukarıya devirip dikizlemeye başladı.  Yukardan da salvolar geliyor tabii... 
Ödüllendirdik anında. Kızın ödülünü odada unutmuşum tabii... ona sadece "canım, bir tanem, göz bebeğim. Sakin ol güzelim!" yaklaşımıyla teselli verdim. Yemedi! İki saat boyunca birbirleri ile geçinmelerinin ne denli gerekli ve önemli olduğunu ikna etmeye çalıştım... Ama oğlanın ani hareketleri, kızı çok sinirlendirdi... Ortalık tehditten geçilmedi. Dışarda olsaydı, Panço kötü bir terzinin eline düşmüş patiska gibi lime lime olurdu. 


İşte arada bir böyle başını kaldırıp baktığı ve gözlerini hiç ayırmadığı için büyük terbiyesizlik olarak değerlendirdik bunu ve mekanı terkettik. İki saatlik işkence yeter hepimize... Yarın bunu üç saate çıkartacağım. Ta ki, birbirlerine bakmaktan ve çemkirmekten vazgeçene kadar... Zor iş be! Kız çok kararlı kabul etmemeye... Canıma okuyacak! İçeri götürürken de Panço "Size eşlik edeyim kızlar" dediği ve kapalı bölüme davet etmediğimiz için epey zorlandık. Kız hemen kendini pikenin altına attı. Eminim hala sülalemi cilalıyordur. Ben tek başıma salona dönünce Panço kızı pek bir arandı. Ne yapmak için olduğunu Allah bilir! 
İçimizden biri bıkana kadar bu tiyatro sergilenecek. Bıkması en muhtemel olan da benim tabii... Sizi mi çekecem ulan, ne haliniz varsa görün, deyip herşeyi olduğu gibi bıkarabilirim ya da aile, pardon sürü  olma yolunda inat edebilirim. 

2 Ağustos 2011 Salı

kod adı: 002544


Küpesi çıktı. O koca takoz kulağın içindeydi... Ortaya çıkan hiç de içaçıcı değil.

Kıpkırmızı bir delik! 
Akan kanlar tüylerle karışmış, orada kurumuş!
Ağızlık takıldı bu zımbırtı kesilirken. Makasla kesildi. Canı yandı tabii. Karma aşısı yapılırken kılı kıpırdamamıştı... Ama ilaç sürdürmemek için çok çabaladı. Meğer bunlar da ellerini kullanabilirmiş. O odun gibi patileri kullanıp ağızlıktan kurtuldu... Bir daha da taktırmadı. Uzaktan sıkıldı  dezenfektan... Sonra da kendimizi dışarı attık. Çöp kutularında teselli aradı. Yemek, her yaratık için yatıştırıcı bir meditasyon galiba. Çöpün yanına atılan tavuk derisinden onu ayırdığım için nasıl büyük bir hayalkırıklığı yaşadı anlatamam. 
Evin sokağın ortasında büyük bir kuyu var. Üzeri kapalı... Büyük, yuvarlak, beton bir kapak. Üzeri kuşlar için ekmek, tahıl ve suyla dolu... O ekmekler de aklını çok çeldi. Ekmeği sevdiğini biliyorum, ama kurallara göre bakacağız ya ite... vermiyordum. Her haliyle heyecanlı olduğu belli. Parktaki Luna'ya bile aklını veremedi. Eve döndük hemen. Acısını unutsun diye ona ekmek verdim. Sonra çocuk gibi sevincine bakıp oturup ağladım. 
Neden bu hayvanlara bu kadar acı çektiriyoruz? 
Tamam onlar hayvan, peki biz neden insan olamıyoruz? 
Onlara bakım yaparken, iyiliğin diğer ucu neden acı vermek oluyor? Bu takozlardan başka bir yöntem bulunamaz mı? 
O takoz çıkınca, nihayet numarayı okuyabildik... Üzerindeki kan ve kıllar temizlenince... 002544
Sonra telefon faslı başladı. Daha önce Kadıköy belediyesinin veterinerliğini aramıştım. Onlar turuncu renkli olduğunu öğrenince Hasdal'ı aramamı söylemişlerdi... Bu kez doğrudan Büyüksehir veterinerliği aradım. Tuzla barınağının numarası verildi...  Üç telefonda öğreniyorsun hemen, birbirleriyle hiç bir bağlantıları yok, bilgi bankaları yok... Bu numaralar da hikaye... Tuzla'dan sordukları şey küpenin rengi oldu. TURUNCU. 
"Ha, o zaman birbuçuk iki ay içinde yapılmıştır. Bütün aşıları tamam, kısırlaştırıldı, parazitleri yapıldı." dendi. Numarayı söyledim... Evet, hikayeymiş.... Numarayla ilgili bir kayıt yok ki... ne desin sana?
Neyse en az on ay sonra Panço'ya kuduz aşısı yaptıracağım ortaya çıktı. Karma'yı yaptırdık... Yan etkisi olmadı pek. Sevindirici tek yan bu.  Garibim iki ay içinde bir sürü parazit ilacı aldı... Zararı olmaz... Pir-ü pak oldu oğlanın içi :)


Ben bunları yazarken o balkon kapısının dibinde beni görebileceği bir yerde oturuyor. Profilinin güzelliğine bakar mısınız? Bu sabah Bepanthen alıp kulağına sürdüm. Delik kapanmazmış... İyileştiğinde belki o deliğe bir taşlı küpe takarız ... Turkuaz :)) 
Ben bu oğlanı çok seviyorum. Bir de kakasını yaptıktan sonra kendini yola atıvermese ne iyi olur! Sanki dünyada sıçıp da rahatlayan bir tek kendisi var! Bu ne sevinç yahu! 

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Yürekli ve Yumurtalıklı...

İşte bir sürü lideri! Hepsinden bir adım önde gidiyor! 


Yeni Kadından Sorumlu Devlet bakanı Fatma Şahin'den sözediyorum. Yürekli ve doğru dürüst adamlara "taşaklı" denirdi ya... Eskiden... Şimdi kimse kullanmıyor artık. Demode oldu.  Fatma Şahin de yumurtalıkları doğru çalışan bir kadın. Erkeklerin arasında erkekleşmiş bir kadın olsaydı ve "kocalarının sözünden çıkmasınlar" gibi abuk sapık bir tavsiyeyle salla başını, al maaşını düzeyinde bir göstermelik bir "kadın" bakanlık kesinlikle taşaklı deyimini hakederdi. Ama onun taşağı yok... yani yüreğiyle ve aklıyla ve kendine gerekli hasletleri sağlayan yumurtalıklarıyla işin içinde... Helal olsun!

Gelir gelmez çalışmaya başladı... Hemen hergün fazla mesai yapıyor. Sosyal demokrat "taşaklılar" bile ders almalı ondan... Kendi grubunu saymıyorum zaten...Umurumda değil AKP takımı! O çalıyor. Bu ülkede biri çalışıyor... Bu iyi, harika... Ama bir bakan çalıştıkça, memleketin manzarası bulanıklaşıyor. Görüntü o kadar dehşet verici ve vahim ki... Bakan valiyle görüşüyor, kocasının yaraladığı ve mahkemece serbest bırakılan kocanın insafına terkedilen kadına nihayet koruma veriliyor... Yine bakan emniyet müdürüyle konuşuyor, altı yıldır gazeteci kadını taciz eden ruh hastası gözaltına alınıyor, ruh ve sinir hastalıklarına gönderiliyor... Kalkıp kızını kıtır kıtır kesen ailenin yanına gidiyor, şehrin yetkilileri evdeki genç kızı ve ölenin küçük çocuğu için harekete geçip koruma altına almayı akıl ediyor...  Yani vatandaşı korumak için maaş alanlar ve yetkili olanlar kıllarını kıpırdatmıyor, çalışmayı düşlemiyor bile bu ülkede... Neden? Çünkü sadece erkek onlar! İçlerinde kadın bile olsa, hepsinin zihniyeti, inancı, geleneği, töresi, adeti, geni, dini,  "erkek!". Yakında bu gerçek kadının istifa etmesi istenir diye korkuyorum.

Bu bakan gittiğinde, görev süresi sona erdiğinde ne olacak? Bu yetkili dediğimiz zavallılar emir almadan nasıl harekete geçecekler? Kim bunlara insanlık ya da hukuk, dersi verecek? (Gerçek vatandaş olmak için, gerçek memur, müdür ya da çalışan insan olmak için bu ikisi yeter sadece... daha ötesine, ulviyete falan gerek yok. İnsanlık ve hukuk.)  Bakanın emri, hukukta olmayan bir şeyi yürürlüğe koymuyor değil mi? Var olanın işlerlik kazanmasını sağlatıyor, emirle... Emir almadan neden yapmıyorlar? Aile kurumuna olan inançlarından mı? Karı-koca arasına girmemek gibi gerizekalı bir inanışa sahip olduklarından mı? Boşanmışsa koruma bile verilmiyor... Şarjör doldurulup verecekler nerdeyse... Belki de veriyorlardır. Karısına şiddet uygulayana hadım edilme cezası verilse ne güzel olurdu :)))

Söylenecek tek şey var... Biri yasama ve yürütmede çalışan heriflerin yüreklerine  ihtiyaçları olan "taşağı" nasip etsin!"Taşağından" cinsel eğilimleri için vazgeçenler lütfen alınmasın. Onlara saygım sonsuz! Benim sözünü ettiğim ruhtaki, beyindeki ve yürekteki taşaksızlık! Yani insanlığından vazgeçirten, gerçek sapkınlık! "Erkek adam" deyimi sözlükte kaldı artık. Ne demek isteniyor diye açıp bakacak yeni kuşaklar...Erkeklerin arasında, daha beter erkek haline gelen yumurtalıksız kadınlara da yumurtalık dileyelim bari... Sahte aletlerinizi bırakın da... kadın olun!

Umarım Fatma Şahin her ile, her kasabaya, yetişebilir. Her valiye, her emniyet müdürünün insafa gelmesini sağlayabilir. İnşallah bu kadına sahip çıkar kadınlar!