14 Temmuz 2011 Perşembe

Gönül telimi titretti

Kedilere benzemiyor bu köpekler...

Kedi kendi başının çaresine bakar. Seni sever ama, kendi istediğini de bildiği gibi yapar. O yüzden benim hayatımdaki yerleri farklı onların. Benim tarzıma uygunlar... Hasta olduklarında sakin bir köşe bulup burnunu yere koyup oturur. Kendi dünyasına çekilir. Şefkatini ancak izin verirse gösterebilirsin. Puma kılıklı kendini hasta hissettiğinde bile, divanın en ulaşılmaz köşesine çekiliyor.

Sıcaklar bastı iyice... Dün poyrazımız vardı, çok hissetmedik. İki taraflı açtım kapıları, serin serin oturduk. Panço derin derin soluklandı gece, biraz balkona çıkıp serinledi, biraz uzaktan şamata yapanlara had bildirmeye kalktı. Her yeni mekan, yeni tepkiler doğuruyor. Sınırlarını zorluyor. A, bu her yerde benim sesime karşı! kavramını yerleştiriyor yavaş yavaş... Bunu nereye kadar engellemek doğru bilemiyorum. Kafam karışık. Hırsız girse, "Sittiret! Bağırma der yine!" diye vaz geçerse ne olacak? Bu eve taşınalı 4 yıl oldu. Birinci kat ve demirli. Genellikle giriş katlarda oturdum demire alışkınım. Giriş üstü gibi olan bu dairede demiri görünce pek sevinmiştim. Öyle ya da böyle, güvence işte. Ama yatarken demiri olsa bile balkon kapısını falan açık bırakmadım hiç. Dün geceye kadar... Panço'nun yattığı salonun balkon kapısını demiri kapalı olduğu için açık kaldı. Hava alsın garibim diye... Eh bunun sonucu, sabah gezisine bizden önce başlayanlar yüzünden kimlik bildirimi oldu. "Hayır!" diye bağırarak çıktım. Kıçını bile kıpırdatmadan, kanepeden bağırıyor! E, git bari balkon kapısından bağır di mi? Yok.Sesinin gürlüğüne güveniyor. Allahtan üsttekiler de, alttakiler de erken kalkıyor. Mesajımı verip geri döndüm. Yok öyle havlayıp beni kaldırıp sonra gezmelere çıkmak falan!

Ha, onun öncesinde de yan aprtmandan parktakilere bir salvo geldi. Kadınlar erken çıkmışlar, parkta hem köpeklerini pış pışlıyorlar hem de sohbet ediyorlar... İşin doğrusu, Panço eve girdiğinden beri iki gün yaşadığım uykusuzluktan sonra uykularımın kıvamı "leşe" döndü. Uyuyorum ve bir "olayla" uyanıyorum. Durum bu... Kadınlar beni uyandırmadı, ama pencereyi açıp kadınlara çemkiren uyandırdı!
"Nedir bu ya!.... Milletin yatak odasının altında sohbet etmek zorunda mısınız?.... Faşizanlıktır bu ya!" Bunlar aralarda cımbızladıklarım... Adam haklı! Geçen senelerde ben balkona çıkıp çemkirmiştim. Valla!
Kadınların sesi bir yandan, köpeklerin birbirleriyle oynarken çıkardıkları bir yandan... Sabah uykularının içine ettiler! Bir de bu kadınlar çok cıyaklıyor ya! Martı gibiler! Köpekler iyi dayanıyor! Bakalım ben ne zaman ciyaklayacağım! Ben sessizim. Şimdilik!

Panço'ya çemkirdikten sonra uykuma geri döndüm. Aa! Onca şamataya rağmen kızım yan odadan çıktı ve yanıma geldi! Panço'nun boru sesi, benim protestolarım falan sindirmedi onu bu kez. Geldi yanıma yerleşti...  Örtü altına falan da saklanmadı... Dışarda ses duyduğunda sinirli sinirli kuyruk salladı sadece. Kızım için ileri bir adım. Onun karakteri için. Sokaktakiler de çok farklı davranıyor. Kimi kocaman açılmış gözlerle bakıyor. Kıpırdamazlarsa mesele yok, Panço'nun ilgisini çekmiyorlar. Kimi topukluyor. İşte o zaman sincap, tavşan muamelesi görüyorlar... "Dur ben şunu bir yakalayıvereyim!" diye hevesleniyor. Amaaaaa... Ama bir tane aslan var ki... İşte ona tapıyorum. Yeni ortaya çıktı. Geçen gün bizim otoparkta gördüm. Sarı beyaz bir herifçioğlu. Kaşları çatık. Metafor falan değil. Resmen çatık. Bir bakışlar var! Erirsin karşısında! Apartman görevlimiz, "Bu acayip bir şey yaa, kuşları hiç rahat bırakmıyor! Geçen gün ağzından aldım!" dedi... İçimden bir daha alamazsın, ilk sersemliğinden yararlanmışsın." dedim.  Sabah parktan çıktıkarken yol ortasında yatıyordu. Karşısında da kabara kabara gelen bir başkası var. Kabadayı gürünümlü olan Panço'yu gördü, sırtındaki kamburu düzeltip anında toz oldu. Aslan parçası şöyle bir kafasını çevirdi bizi gördü... Ve çiğnediği tütünü Panço'nun ayağına tükürdü... tükürmedi tabii... ama o surata, o bakışa, o küstahlığa yakışan tek hareket bu olurdu. O benim kedim olmalıydııııı... Şimdiye çoktan kaynaşmış, aile kıvamına gelmiş ve iki baştan iti terbiye etmeye başlamıştık!

Gezimize devam ettik ve panço kustu. Sarı köpüklü bir sıvı... iki kez. Ayyy! İşte o zaman it olmaktan çıktı. "Oğlum, bir tanem. Neyin var annem?"  kıvamına soktu beni.  Bugün akıllandım, geziyi uzun tutunca kaka vuslatına erdik.  Neyse eve geldik. Ayaklarını sildik... Ve önemli not. Artık beni kapı önünde bekliyor ayaklarını sileyim diye... :)))  Mamasını koydum. Baktı, baktı, baktı ve odaya gidip yattı. Aaa, oğlum neyin var? Hasta mısın annem?" plağı tekrarlandı. Hııı... anladım. Ödülünü bekledi. Kutu kapağını açınca geldi. Ödülünü verdim. Almadı! Eyvah. Oğlan hasta! Bir kez ısrar daha... yedi. ben mutfağa geçtip baktım mamasını da yiyor. Aaaaa! Kedi gibi değil buuuu!... Alınıyor, güceniyor, küsüyor...!!! Vay be! Duygusallık girdi hayatıma... Hiç gerek yok ama... Bu da böylesi işte...  Yanlış anlama olmasın. Duygudan sözetmiyorum. Duygusallık diyorum. Bu biraz dut gibidir... adamın her yerine yapışır. Gönül telimi titretse de çok kaptırmak niyetinde değilim bu duygusallığa... Ama hemen telaş ediyorum tabii ki...  Telefonlar edildi... Neden kustu? Bunlar cereyandan etkilenir mi? vs. Allahtan Erkan var! Veterinerlere böyle sorunca bozuluyorlar. Bedava bilgi almışsın gibi oluyor. Ya da bu hasta sahiplerinin hüsnü kuruntusu bilemiyorum ama, köpeği tanıyanlar daha   sağlıklı bilgi veriyor. Şimdi her şey normal...


Yakında evimde böyle bir manzara görmek istiyorum!

A, önemli bir şey daha oldu... uzun gezdik dedim ya... Bu kez ana caddeye çıktık. Yaaa işte böyle!. Farklı bir yoldan götürdüm, karşıya geçmeden, trafiğin paralelinden yürüdük ve eve döndük... Kediler hile yapmayı bilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder