1 Ekim 2010 Cuma

Parka...

Sonbahar... Sabah uyandığında güneşli bile olsa, devamına güvenemeyeceğin havalar geldi... İki kez günlük güneşlik havada çatır çatır gürleyen, gözüne gözüne çakan şimşeklerden sonra, siyaha kesen bulutların indiriverdiği yağmurdan Griffitvari "sondakika" kurtuluşu yaşadım. Çantada her-daim-yanında-olmasında-yarar-olan yağmurluk taşımaya başladım...

Ama bir başka sorun da "ne giyeyim?" sorunu. Terletmeyecek kadar hafif, üşütmeyecek kadar tok ceketlere ya da benzerlerine ihtiyaç var.

Bu sabah gözümü açtığımda hava bulutluydu. Dışarı çıkmak istiyordum ve olmadığını bile bile canım ince bir parka  istedi. Neden diye düşündüm sonra? Neden parka?

Sistem askere dair herşeye böylesine karşı dururken, neden parka?

Siviller sistemin "koruyucusu" olan kurumun giysilerini giydiğinde pek de öyle algılanmıyor. Belki bu sadece bizde böyledir. Bilmiyorum. Amerika'da,Avrupada bunun kodu değişik olabilir. Askeri malzemeyi kullanmak "yandaş" anlamına gelebilir. Kafatasçıların seçimi olabilir oralarda...  Gerçi onların rengi siyah, böyle de bir ayrıntı var...

Deniz Gezmiş'in Şarkışla'da yakalandığı fotoğraf geliyor gözümün önüne... Yanında duran iki askerle birlikte... Hiç kimse onların arasında benzerlik kurmadı. . Deniz'in üzerinde duran "parka"nın kimliği farklıydı....
Sistemin içinde olanla, sistemiin dışında olmayı tercih eden arasındaki "görünüm" benzerliği kimseyi yadırgatmadı. İrkiltmedi... Hatta tam tersine kimliği belirten bir akım oldu.  Sistemin içindeki parkalılar, yönetime el koyunca, ABD ideolojisiyle birlikte malları da artık pazarda bile satılmaya başlandı. Kimlikler de "moda"ya uydu. Şimdilerde "marka"lar kimliğini belirliyor. Sisteme ne denli entegre olduğunu, etiketinle göze sokuyorsun, o da senin fiatın oluyor...

Benim sistemle ilişkim, dengesiz. Bazen içine alıyor beni, ama çoğunlukla türüküp atıyor. Ne marka oldum, ne de markalara uyumlu...  Bu aralar yine sistemde bir gedik açıp içine sızmaya çalışıyordum ki... Markalar önüme geçti... Bunu bilmezsin, görmezsin, ama illaki hissedersin. İçindeki şeytan burnunu gıdıklayan tüy gibi dürter seni... 

Sabah uyandığında hava bulutludur, serindir. Bazısı böyle durumlarda anasının rahmine dönmek ister... Anasının rahmine dönme sendromunda olamadım bir türlü... Ben parkaözler sendorumuna yakalandım.
 Parkanın Deniz'in üzerindeki kimliğine sığınmak istiyorum. 

Bu aralar sistem yine beni tükürmeye hazırlanıyor ve benim canım parka istiyor.

Ya da ne bileyim, herşeyi sittiredip anamın rahmine dönerim. Henüz,  beni doğurduğunu unutmamışken...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder