2 Ekim 2010 Cumartesi

Kızların yaşadıkları evler...

Evle ilgili yazılarımı gözardı ettim... Devam ediyorum...

Barınaklarımız mağara, saz kulube, ağaç evi, sal evlerle başladı ve bugün az hallicelerine dönüştü. Artık nohut oda, bakla sofa, mercimek mutfak, börülce banyolarda yaşıyoruz.  Hububat evlerimiz ise sefertasında.
Kızlar ve erkekler atalarına toz kondurmazlar, hep toz alırlar ve tapınırlar. Ama atalarının iyi yaptıklarını bugüne taşımazlar. İşlerine geleni alır diğerlerini unuturlar. (ama onlar neden işlerine gelir bilinmez, sorsanız da açıklayamazlar zaten)
Kızların çoğu, ömürlerinin yarısını harcamalarına rağmen geniş ve aydınlık mutfaklara sahip değildir. Çünkü o evleri erkekler yapar. Erkek aşının önüne gelmesiyle ilgilenir ama nerde, nasıl yapıldığıyla ilgilenmez. Karanlık bir oyuk neyine yetmiyor? Mimar olan uslu kızlarımız da aynı fikirdedirler. Onlar yemek yapmanın erdemsizlik olduğunu varsayıp babaları gibi davranır. Eskilerin sandık odaları neyine yetmiyor evde oturan salakların değil mi ama?

Oysa ateşin ve ocağın tek sahibi kızlardır. Ateş kutsaldır. Ocağın yanık tutulmasından kadın sorumludur. Ateşin bekçileri ise kadınlardır. “ocağım söndü” deyimi büyük kayıpların karşılığıdır.

Mutfak mutluluğun kaynatıldığı, kotarıldığı ve pişirildiği yerdir. Ve evin en güzel manzarasına sahip salonuyla aynı haklara sahip olması gerekir.  Mutfak üretimin, temizliğin, ağıztadının olduğu yerdir. orda sadece aş kotarılmaz; orda sorunlar çözülür.
Kızlar birşeyleri temizlerken, ovarken düşünürler. Çoğu farkına bile varmaz. Belki böylesi daha makbuldür, bilinmez. Mutfakta iş yaparken birileri uğrar, ayaküstü, dolandırmadan sorunlar dile getirilir. Uğrayan cevabını alır ya da yükünü bırakıp gider, kalan evirir, çevirir düzenler, tuz ekler, biber ekler, yoğurur, açar, yorulur  ama mutlaka sonuç alır.
Mutfak kaçılan, sığınılan sıcak bir yerdir. Ilık ve nemlidir. Ana rahmi gibi… Rayihası, aroması vardır. baharat, temizlik, kahve, kokar. Hayallere, anılara  kapı açan rayihalar… Hiçbir mekan ve zamanda yazılamayanlar mutfakta, musluktan akan su gibi berrak ve gürültülü akmaya başlar. orda farklı renkler, farklı desenler gizlidir. Zaman farklıdır. Mutfakta zaman renktir, lezzettir,kıvamdır. Böreğin üstü kızarır. Haşlanan fasulye dişe tam kıvamında dokunur. Çayın dibe çöküp demlenmesidir mutfaktaki zaman.

İşte böylesine değerli zamanlar, aydığınlığa bakan,(aydınlık denmesi acı bir ironidir, aslında karanlığa bakar) yapay ışığa mahkum, dolapları yetersiz, oturulup bir kahve bile içilemeyen dar, küçük tabutluklarda geçer.
Uslu, küçük mimar kızlar, kızkardeşlerine, annelerine, ablalarına, arkadaşlarına ve hatta kendilerine bu evleri armağan ederler.
Oysa Tanrı ayrıntıda gizlidir. (Orada gizli olan şeytandır diyenlere aldırmayın, kaba saba yaşamayı marifet ve tanrısal bir şey olarak göstermek isteyen gerçek şeytanların oyunudur bu J)
Ayrıntı yaşamın ta kendisidir. Yaşamak riski göze almaktır. Uslu kızlar riskleri sevmezler. Onlara öğretilenle yetinirler. Uslu kızlar ezbercidir. Ezber ise kısa vadeli bilgi demektir. Taklit ederler. yaşadıkları evlerin, zevksizliği karbon kopyayla çoğaltılır. İşe yaramazlık hayatımızın temel taşı oluverir.
Dantelli raflar yapmaya mecbur kalır güzelliğe aşık kızlar. Çünkü maydanoz yetiştirecek güneşli bir pencereleri bile yoktur. Mutfaklar yere serilen kilimlerle evin uzantısı haline getirilmeye çalışılır. Çünkü oturacak tek bir sandalye bile sığmaz.
Mutfak sanayii de gelişiyor kuşkusuz. Gerekli gereksiz tüm alet edavatı içine alacak yeni dizaynlar, geniş mekanlar yapılıyor. Aynen bir labaratuar soğukluğunda. O mutfaklarda mikrodalga fırın kesin koşul olarak var olmalı. Çünkü üç dakikada ısıtılıp, pişirilip 5 dakikada yenmeli ve kaçılmalı. Sonra diyetisyenlere koşulmalı...  Bence farkında değiller; düşü olmayanın aşı tatsız olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder