11 Mart 2011 Cuma

çalışmak mutlu eder mi?

Evet. Kendi çalışma koşullarını sen seçmişsen…  Hatta o çalışmayı yaparken, üretirken çektiğin karın ağrısı, tüylerinin diken diken olması, hafif çaplı depresyon bile keyifli gelir. Yaşarken değil tabii… sonrasında… Çünkü sonuca odaklanıyorsun o sırada… Ortaya çıkmasını istediğin şeyi düşlüyorsun hep… Hedefine gözünü dikince, tırmandığın kayalar, içinde süründüğün tüneller, aldığın yaralar falan vız geliyor.

Her şey hesaplı kitaplı olmaz …  
O gün ne olacağını bilmiyorsun… Hazırlıklı değilsin hiçbir şeye, beklentin falan yok. Lay lay lom gezerken bir kıpırtı çarpıyor gözünün ucuna… A, burada bir delik var! İlla ki o delikte saklanmış bir şey vardır. Vardır. Koklarsın… Hmm… İlginç bir şey var içerde. Ne? Bilinmiyor. Daha da cazip...  O zaman bekle. Yerleş o deliğin önüne, bekle… Ödül gelir. Beklerken, arada için hoplar bir kıpırtı duyduğunda ya da için sıkıntıdan balon gibi şişer patlayacak gibi hissedersin kendini… Ödülünü alınca unutursun.

Her zaman gelmez ödül. Başka bir çıkış bulup yok olur sanki… O zaman kaçırdığın ödülün ne olduğunu hayal ederek çeker gidersin, kulaklarını geriye atıp homurdanarak.  Hayat deneyimi diye anlatırsın başkalarına…

Bütün bu sıkıntılar hayalini paylaşmak adına yaşanır. Dünyaya karnını açmaktır, yaratmak, üretmek… İyi bir fikir avlamak… . Sorumluluk sana aittir. Karnını okşamak isteyen yumuşak eller de uzanır, okşuyorum ayağına, oranı buranı çimdirenlerde… Sonuçta karnını açan sensin. Sonuçları seni ilgilendirir. Atarsın tırmığını, uzarsın…

“Ortaklaşa yaşam”da bu olmuyor işte. Ekip işi deniyor ya… berbat bir şey… Kim icat ettiyse, köpek cehennemine düşsün!!! Yakaladığını süsleyip püsleyip ellerine teslim edersin… Aş pişirecekler sanırsın… Tüyerini yolup ortaya bırakıverir… Yaralanmış, zedelenmiş, kokuşmuş… Sonra bunun altında kendi imzanı görürsün… Neden gözünü oydun? Neden kuyruğu kestin? Bağırsaklarını çıkartıp neden boynuna doladın? Kalbini neden söktün? Madem bu kadar yeteneksizdin, neden aşçı oldun? Ama “aşçı”nın çalımı yerinde… Oturur bir köşede, çok yorulmuş, matah bir bok yaratmış gibi yalanır…  Orda söylenmeye başlar… Senin yakaladığın avın nasıl da kötü olduğunu anlatır… Eline daha iyi bir av gelse bütün maharetini gösterebileceğini falan… Birileri ona inanır. Çünkü tüyleri parlak ve yumuşaktır… Sen tutup orasını burasını yırtmak, parlak kürkünün altındaki yamukluğu göstermek istersin… Ama seni bir kafese tıkmışlardır… Kıpırdayamazsın. Tek yapacağın, telleri kemirip oradan uzamak…

İşte böyle bir çalışma her tür canlıya işkencedir… Yaramaz… Aslanlar gibi sürü halinde çalışmak yerine, kaplanlar gibi tek başına olmak daha iyidir.  Haaa… bir de… Yelesine, sesine falan kanmayın… Sürüdeki dişiler olmasa, erkek aslan bi bok beceremez. Kendini bir sürüye yamamaya çalışması boşuna değil…

Bugünlerde ekip çalışmasının içindeyim… Tırnaklarım, dişlerim kan istiyor!!! Parlak tüylü, evcimen, yumuşak kedinin içinde koca bir sıçan saklandığını göstermek istiyor canım… Kedilerin Ulu Manitusu bana yardım etsin!

Tepemdeki fareyle ne denli mutsuz olduğumun resmini bile koyamadım: Hay bin kunduz!!!!!!
Fare bir değilki...

2 yorum:

  1. güzel yazı,sevdim :)dilerim bi gün kendin yakalar kendin pişirirsin biz de afiyetle yeriz..

    YanıtlaSil
  2. 2006-2009 arasında günde ortalama 15-16 saat çalışıyordum ve ne mutlu olduğum günlerdi. Ekip çalışması için genel söylenene bende katılıyorum, "ekip çalışmalarını severim, ekipleri ben yönetirsem :)".

    YanıtlaSil