30 Kasım 2012 Cuma

Hayvanatların Mühimmat dolabı

sonunda bitti ama, makinedeki pil de bitti ya... 
bi koşu gidip pil alındı... 
Hiç bir işe yaramadı... makine hala "pili değiştir lan" deyip duruyor. 
Ucuz etin yahnisini sevmedi... illa kendi markasını istiyor. 
Bunlar inatlaşa inatlaşa çekebildiklerim... 


Genel görüntü :)


Kabartmalı, eskitmeli kapaklardan biri... diğerini çekmeye izin vermedi :)



Bu kuş uzaktan kendini ele vermiyor...


Yakından  yazılı olduğu belli oluyor... 
ama bunun bir hikayesi var... 
Çanakkale Lisesi Edebiyat Bölümü öğrencilerinin çıkardığı AŞAMA gazetesi...
Sevgili Levent, bu gazetenin emekçilerinden ve yazarlarından biri... 
Gazeteleri saklamış. 
O da bu dünyadan saklandı iki yıl önce.
Sevgili eşi, dostum Nihavent onları bana gönderdi. 
Aynı özenle, İkea'nın büyük kutularından birine yerleştirmiştim. Tozlanmasın, başına bir kaza gelmesin diye...
Ama başına kaza ordayken geldi. Adı Ateş Kaptan!
Divanın altındaki kutuların tutacak yerleri açık... Hazret elini içine sokup ne allah verdiyse çekip çıkarmış.
Ama ne çıkarma!
Parça pinçik! 
Atmaya kıyamadım. 
İşte o parça pinçik parçalardan stencil kuş yapıldı ve yan tarafa yapıştırıldı... renklendi... 
Bizler o zaman rengarenk gençlerdik! 
İçinde hala o rengi taşıyanlarımız da var, griye dönen de... paranın renginden başka renk tanımayan da... 
Ama o zamanlar rengarenktik!


 

Diğer tarafına daha sade eskitme renginde yaptım o kuşu... 


Yarın doğru dürüst bir pil alıp, kapakların içinde yaptığım matraklığı da çekeceğim... 
Arkası yarına döndü dolap... 

eh olur o kadar... Merkür geri gidiyor :) 

Ve öyle kullanışlı oldu ki... dağınıklık ortadan kalktı... sadece hayvanatların ıvır zıvırlarına da bırakmadım... Kendi ıvır zıvırları mı koyuyorum... dolabıma bayıldım :) meğer çok ihtiyacım varmış böyle bir şeye... 

27 Kasım 2012 Salı

adı Ateş ama o bir su canavarı

Aylar önce sevgili Salkımsöğüt'le Kızıltoprak'taki mobilya mağazasına gitmiştik. Feng Shui şelalesi almak istiyordu arkadaşım... O mağazada koca kayalardan akan sulardan aşağıdaki gibi bıdıklara kadar her tür şelaleyi bulabilirsiniz... Onlara bakarken çok eğlenmiştik. Salkımsöğüt söz vermişti o sırada, "bereket köşesine koyacağım, işe yararsa sana da hediye alacağım" diye... Ben de büyük bir kayayı göstermiştim, "Ahanda bunu istiyorum!" 
Taşı severim. Büyük taşı daha çok severim. 
Ama Feng shui büyüsü işe yaramadı belli ki... Benim kaya hala orda duruyor :)
Hem Salkımsöğüt hem ben hala işsiziz... 
Fare sığamadığı deliğe kuyruğuna kabak bağlayıp öyle denermiş hesabı, ben de eve yeni elemanlar katıyorum ya... Onlardan biri Ateş Kaptan ya... 
Adı Ateş ama su canavarı çıktı ya... 
Musluk açmayı da öğrendi puşt!
Evi su basmasın, derdi suysa ahanda alsın bununla oynasın dedim...


Dün bir koşu gidip bunu aldım. Bugün kurdum... Tabii ki devirmesin diye altına bir tane çiçek tabağı koydum... 



Ateş Kaptan'ın yürüyen faresine el koyan Panço bir işler döndüğünün farkında... 
(fare artık yürümüyor. O muhteşem dişleriyle neresini kıstırdıysa... mekanizma bozulmuş)




Aaa! Su akıyoooor!


Aaa! su da içiliyor!!!


Fotoğraf makinesinin pili  burda biter!
Gerisini ancak anlatabilirim... 
Elini sokup su olduğuna iyice ikna oldu...  
Suyun nereye gittiğini göremediği için çok bozuldu! 
Bizim derdimiz suyun akması değil ki, lavabo deliğinden nereye gittiğini bulmak! 
Delikteki ızgaralara az tırnak taktırmadık! 
Ciyak ciyak az bağırmadık! 
Tırnak kurtarma operasyonlarından sonra kızıp çekip gittik!
Ama asla vazgeçmedik. 

Yine vazgeçmedik! 
Şelale, fıskiye, havuz... ne istersen koy önüne...
Yine musluk, yine musluk!
Aradan bir saat geçmeden şırıltıyı duydum... 
Mutfak musluğunu açmış... 
Herhalde "şelale güzel ama senin yerini tutmaz ki güzelim" demek istedi musluğa... 

Ha bu arada, feng shuiye göre bereket köşesine koymalısınız bu zımbırtıları...
Bizimkinin nerde olduğunu allah bilir! Fişe ve Ateş kaptan'a göre ayarlandı... 
Yakında anlarız... 

22 Kasım 2012 Perşembe

kendini kilitleyen ateş kaptan...

Acayip bir gündü bugün...

Tüyap Kitap Fuarı diyeyim... İstanbullular anlar halimi... Tekirdağ'a beş dakika kalana kadar gidiyoruz... Hem de Anadolu tarafından diyeyim...

En az 30 otobüs dolusu çocuk da vardı diyeyim... Gerisini siz hesap edin.

Söylemesi ayıp olmasın imza günüm vardı da... :)
30 otobüs dolusu çocuk demek, 30 okulun bahçesindeki çığlık atan velet demek... Amanın!

Evde üç sessiz (puma kılıklı hariç o habire birilerine çemkiriyor) yaratıkla oturan ben, beyin yıkama seansına katılmış gibi oldum. Sersemledim... Bir ara kahvemi alıp kaçtım ve bir sigara içtikten sonra normal insan kıvamına geldim...

Tabii tam fuara yaklaşırken, sevgili Deniz'e haber vereceğim, telefonun şarjı bitiverdi!

Taksi şoföründen şarj aleti sormayı akıl edene kadar 5 dakika falan dumur oldum. Neyse o şarj içeri ulaşmamı sağladı... Sonrası duvar!

Asıl mesele dönüş yoluydu... ummadığım kadar kolay oldu. Meğer Tüyap'ın servisi varmış Bakırköy'e... Deniz otobüsüyle de Bostancı... kendimi evde buldum iki saat içinde... Üstelik çok sevdiğim bir yazar arkadaşla birlikte yaptım bu yolculuğu... Çok keyifliydi...

Panço şen şakrak karşıladı beni ama, bir tuhaflık var... Ateş Kaptan yanıma uğramadı ve sesi uzaktan geliyor.

Arandım. Kapatmadığım bir kapı, küçük koridorun olduğu kapı kapalı ve hazret orda... Kapıyı açayım dedim. arkasından çivilenmiş gibi... Aha! Çünkü koridorda çamaşır askısı duruyor. O da üstüne zıplamaya başılıyor. Devirmiş, kapıyı kapattığı yetmemiş, bir de arkasına barikat oluşturmuş... Mercimek akıllı, bütün gün orda kalmış!

Kapıyı omuzlayarak biraz araladım içeriye şemsiye sokarak çamaşır askılığının bulduğum her yerini dürttüm, o arada bildiğim bütün küfürleri Ateş Kaptan'a sundum. Ama o beni çamaşır makinesinin arkasından dinliyordu tabii ki... Korktuğu ben değilim, şemsiye! Öyle, böyle, biraz daha omuz, biraz daha adrenalin, biraz daha fazla darbeyle kapı açıldı. Ödü patlamış şaşkının :)

Kapı açıldıktan sonra çok kızamadım. Üstelik aç da kaldı bütün gün. Zibidi... Geceyarısı oldu hala koşturuyor. Hayata travmayla başladı, travmayı yaratarak devam ediyor... Alışkanlık mı oldu ne?

Önceki yazıma yorum yapan arkadaşlar... Merak etmeyin, Ateş Kaptan'la ilişkimiz, aşk ve nefret üzerine kuruldu... Bavulunu eline verip evden kovsam bile, kapıya gelip gözüme baktığı an... kadınların zayıf karnı bu değil mi zaten? :)) Bakışlara dayanamayız.

Ama kızmakta haklıyım değil miyim? Sen git kendini kitle! Oh canıma değsin! Kızım bütün gün kafasını dinlemiş :))

Puma Kılıklı'nın dayısını hatırladım birden... o da kendini dolabın raflarından birine kapatmıştı. Raf geriye kaymış, ucu tavanına değince küçük bir üçgen içinde hapis kalmıştı koca kedi, Petrus! o sırada reklam ajansında çalışıyordum, eve geldiğimde çıkartabildim zibidiyi, onun hali daha perişandı! :( İki- üç yıl sonra kedi aidsinden öldü... Bebeklerine bakan bir babaydı... aslan surat'la birbirlerine aşıklardı... Ne çok hikaye var... hem hüzünlü hem komik...

Ama Ateş Kaptan hepsinden daha çatlak!!!!




uzun aradan sonra...


Yakışıklı oğlumun uzun burnuyla başlayayım dedim :) 
"Köpek sahibine benzer" lafına uygun bir yaratık gelmiş diyorum aynaya bakınca... 
Buldog gelseydi belki ben ona benzetmeye çalışırdım kendimi... Off ne yorucu olurdu yahu!
Ha babam tıkınmak gerekirdi... 
Gerçi Panço ne bulursa tıkınıyor. 
Beni de deli ediyor. 
Geçenlerde uzun, bağırsak gibi bir şey buldu ve attı ağzına. Sadece ağaca doğru gitmişti, yeni çıktığımız için evden, çiş için ağaç koklayacak sandım. Çok yanılmışım! Tokatlıyorum, küfür ediyorum, hakaret ediyorum, hepsini sineye çekip yalayıp yutuyor ağzındakini. 
Yol boyu söylenip duruyorum. Kaşlar çatık, ağız kenarı aşağıya doğru eğrilmiş... 
Sanki köpek gezdirmekten nefret eden bir kadın görüntüsü... 
Oysa istediği yapılmayan bir kadın görüntüsü o! Köpeğine söz geçiremeyen, sanki açmış gibi, burnu yerden kalkmayan köpeğinden utanan bir kadının... 
İçimdeki nazi subayını uyandırıyor ve hemen pleksinin boyu kısaltılıyor. 
Hemen bacağımın dibinde yürümeye mahkum. Ben istersem, etrafta yiyecek bir kırıntı bile olmadığına ikna olursam, duvar dibini, ağaç altını koklamasına izin veriliyor... 
Hepsi böyleymiş... köpek sahiplerinden duyduğum bu...
Birazcık teselli oluyor ama, neden benim köpeğim böyle çöpçü ruhlu olsun canım? 
Ego devrede... Benim oğlum böyle şeyler yapmaz!
Nah yapmaz!
Bal gibi yapıyor. Gözümün önünde acayip şeyler yutuyor işte. Onun kadar hızlı olamıyorum. 
Kimse olamıyor. 
Geçen hafta sonu memlekete, İzmir'e gittim ve sevgili Cody'nin ailesi, Adnan ve Nalan acılarını tazeleme
pahasına Panço'ya baktılar. 
Telefon edip asayişin berkemal olup olmadığını sorduğumda, o uzun ve bağırsak olduğunu varsaydığım şeyin kalanını da yuttuğunu öğrendim :) 
Panço'nun hafızası inanılmaz. Neyin nerde olduğunu hiiiiç unutmuyor. Üstelik üzerinden iki-üç gün geçmişti. 
Yani bu aralar Panço'ya çok gıcığım :)


Gıcık olduğum ikinci erkek!
Ayşe'den gelen küçük kitaplık yerine yerleşmeden önce bütün katları gezdi...


Kitaplığın yanındaki MDF dolap da "Hayvanatların Mühimmat" dolabı olarak alındı... 
Günlerdir onunla uğraşıyorum. Bitmek üzere. Yakında paylaşacağım. 
Tabii ki her işe burnunu, patisini sokan bir Ateş Kaptan varken boya işi yapmak kolay olmadı.
Üç-beş ses tellerini yırtarcasına bağırtıdan. böğürtüden sonra enseden yakalanıp salondan dışarı atılıyor ve rahat rahat boyaya devam ediliyor... Süngerleri, kağıt havluları çaldı, boya fırçalarına atladı... Boyadığım yerlerin üzerinde ayak izlerini bıraktı... bir ara ısırdım bile ama, benim dişlerim onunkiler kadar sivri olmadığı için umursamadı. 

İki hıyar maçonun "boşuna debelenme, bizden vazgeçemezsin" pozu! 


Ateş Kaptan'a neden gıcık olduğuma gelince... Puma kılıklı'nın, o güzelim büyükannenin, sularını döküyor alçak, hain, acımasız, obsesif, rezil yaratık!!!!
İzmir'den geldiğim gün yatak odasındaki koca çanağı, kapıya kadar getirilmiş olduğunu gördüm... içi boş!
Panço içmiştir belki dedim ama, hemen doldurup koyduğum kabı iki saat sonra yine aynı yerde ve bütün suları yatak odasına dağılmış halde görünce Ateş denen uyuzun yaptığını anladım. 
Ertesi sabah suyun altına kilim serdim, belki kabı parkede çekmesi kolay oluyordur diye...
on dakika sonra kilimle birlikte dertop edildi... 
Ondan sonra...
Anlatmayayım ondan sonrasını... 
Neyi yapma dersem yapıyor!
Bahar gelince sokağa çıksın, kız peşine düşsün, bir daha da eve gelmesin!

Bu pozlara da kanmayacağım. Asla!