22 Kasım 2012 Perşembe

kendini kilitleyen ateş kaptan...

Acayip bir gündü bugün...

Tüyap Kitap Fuarı diyeyim... İstanbullular anlar halimi... Tekirdağ'a beş dakika kalana kadar gidiyoruz... Hem de Anadolu tarafından diyeyim...

En az 30 otobüs dolusu çocuk da vardı diyeyim... Gerisini siz hesap edin.

Söylemesi ayıp olmasın imza günüm vardı da... :)
30 otobüs dolusu çocuk demek, 30 okulun bahçesindeki çığlık atan velet demek... Amanın!

Evde üç sessiz (puma kılıklı hariç o habire birilerine çemkiriyor) yaratıkla oturan ben, beyin yıkama seansına katılmış gibi oldum. Sersemledim... Bir ara kahvemi alıp kaçtım ve bir sigara içtikten sonra normal insan kıvamına geldim...

Tabii tam fuara yaklaşırken, sevgili Deniz'e haber vereceğim, telefonun şarjı bitiverdi!

Taksi şoföründen şarj aleti sormayı akıl edene kadar 5 dakika falan dumur oldum. Neyse o şarj içeri ulaşmamı sağladı... Sonrası duvar!

Asıl mesele dönüş yoluydu... ummadığım kadar kolay oldu. Meğer Tüyap'ın servisi varmış Bakırköy'e... Deniz otobüsüyle de Bostancı... kendimi evde buldum iki saat içinde... Üstelik çok sevdiğim bir yazar arkadaşla birlikte yaptım bu yolculuğu... Çok keyifliydi...

Panço şen şakrak karşıladı beni ama, bir tuhaflık var... Ateş Kaptan yanıma uğramadı ve sesi uzaktan geliyor.

Arandım. Kapatmadığım bir kapı, küçük koridorun olduğu kapı kapalı ve hazret orda... Kapıyı açayım dedim. arkasından çivilenmiş gibi... Aha! Çünkü koridorda çamaşır askısı duruyor. O da üstüne zıplamaya başılıyor. Devirmiş, kapıyı kapattığı yetmemiş, bir de arkasına barikat oluşturmuş... Mercimek akıllı, bütün gün orda kalmış!

Kapıyı omuzlayarak biraz araladım içeriye şemsiye sokarak çamaşır askılığının bulduğum her yerini dürttüm, o arada bildiğim bütün küfürleri Ateş Kaptan'a sundum. Ama o beni çamaşır makinesinin arkasından dinliyordu tabii ki... Korktuğu ben değilim, şemsiye! Öyle, böyle, biraz daha omuz, biraz daha adrenalin, biraz daha fazla darbeyle kapı açıldı. Ödü patlamış şaşkının :)

Kapı açıldıktan sonra çok kızamadım. Üstelik aç da kaldı bütün gün. Zibidi... Geceyarısı oldu hala koşturuyor. Hayata travmayla başladı, travmayı yaratarak devam ediyor... Alışkanlık mı oldu ne?

Önceki yazıma yorum yapan arkadaşlar... Merak etmeyin, Ateş Kaptan'la ilişkimiz, aşk ve nefret üzerine kuruldu... Bavulunu eline verip evden kovsam bile, kapıya gelip gözüme baktığı an... kadınların zayıf karnı bu değil mi zaten? :)) Bakışlara dayanamayız.

Ama kızmakta haklıyım değil miyim? Sen git kendini kitle! Oh canıma değsin! Kızım bütün gün kafasını dinlemiş :))

Puma Kılıklı'nın dayısını hatırladım birden... o da kendini dolabın raflarından birine kapatmıştı. Raf geriye kaymış, ucu tavanına değince küçük bir üçgen içinde hapis kalmıştı koca kedi, Petrus! o sırada reklam ajansında çalışıyordum, eve geldiğimde çıkartabildim zibidiyi, onun hali daha perişandı! :( İki- üç yıl sonra kedi aidsinden öldü... Bebeklerine bakan bir babaydı... aslan surat'la birbirlerine aşıklardı... Ne çok hikaye var... hem hüzünlü hem komik...

Ama Ateş Kaptan hepsinden daha çatlak!!!!




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder