22 Temmuz 2012 Pazar

Ateş Kaptan bir samuray reenkarnesi

Hiperaktif! 
Kesinlikle yerinde durmuyor. Evdeki sesler şöyle... pıtırpıtırpıtır... MeeAAAOOV IıııııııIIIIFffffHHHH! (Bu puma kızım)
Pıtırpıtırpıtırpıtır HİYT! (B ateş kaptanın birine saldırırken çıkardığı ses) HAV HAV pançonun karşılığı ve onun patpatpat ayaksesleri... Kovalanan Ateş Kaptan ve giderken çıkardığı ses Kiiiiiiiiiiiikkkk
Sonra sinsice kaçtığı yerden çıkıp Panço'nn karşısına dikilip HİYT! 
Ya da beni gözüne kestirip HİYT!
Ne el kaldı, ne kol, ne bacak... Haritaya döndüm. Herif hala HİYT! deyip deyip saldırıyor!


İşte bu resim üç saat koştuktan herkesi çıldırttıktan ve kucağıma çıkıp elimi, kolumu yeterince haşat ettikten sonra kendini temizlerken uyukaldığının resmi... O ağzının altındaki bacak ağzındaydı uyuduğunda, ama telefonu alıp çekene kadar gevşedi üstünde kaldı... ikiye katlanmış halde uyuyor ve ben ilk kez onu uyurken gördüm... 
Ben onu hep havalarda uçarken ve koşarken görüyorum anasını satayım! 


İlk fotoğrafı çektikten on saniye sonra düzeldi... Aman Tanrım! Elleri... Ancak karnından tutup havaya kaldırdığımda burnumun ucundayken görebildiğim ellerini nihayet fotoğraflayabileceğim! 
Patileri çok ilginç. Siyah ve pembe noktalar :)


İşte biraz daha yakını... Ve bu son fotoğraftan sonra uyandı... Yani hepi topu üç dakika uyudu. Elimle dövüştü, yerdeki mindere uçtu, kızı çıldırttı sonra gidip Panço'yu taciz etti... vs... döngü kesintisiz sürüyor. Hepimiz iyice helak olduktan sonra odasına kapatılıyor... Yalnız kalınca da uyuyor puşt!

Hergün biraz daha fazla aramızda kalıyor. Belki yorulup uyumayı keşfeder diye... hala umut yok!
Panço Puma kılıklıyla dayanışma halinde. Ne zaman onun gırlamasını çığlığını duysa koşup geliyor ve Ateş Kaptan'ın saldırıları püskürtülüyor. 
Panço evin korkulan babası gibi oldu birden...
Terbiye etmek için iyi müdür o :)

İşimiz zor! 
Bir samurayın ruhu hiperaktif bir kedinin içinde, hepimize HİYT! deyip duruyor!
Samuray olduğunu nerden mi çıkardım?
Saçımı topladığımda topuzuma da HİYT deyip saldırıyor da ondan. 
Samurarayların saçlarını kesmek... savaşı kaybetmek demek. 
O da deniyor... HİYT! 
Bir gün ben ona HİYT yapacağım, görecek gününü zibidi!

10 Temmuz 2012 Salı

Ateş Kaptan

Ailenin yeni üyesi olacağı kesinleşti gibi... Nihavent Nihal'in dediği doğruydu da, çok ısrarla reddetmedim zaten... :)
Ne zamandır yavru kedi diye sayıklıyordum.
Al sana yavru kedi. 
Yerinde durmayan, akıllı, işine gelmeyen bir şey olduğu zaman yaygarayı basan. Çoğunlukla kendi kendine takılan, anında öğrenen, kucak sevmeyen bir ateş topu!
O hep flu çıkmak zorunda çünkü iki-üç işi birden yapmayı seviyor. 
Yemeğini yemiş yalanıyor, fotoğraf çektiğimi gördüğü için merakla üzerime geliyor, aynı anda yalanıyor... 



Bugün İkea divanın ferfojesi yuvarlanmış bölümüne kafayı soktu, çıkaramadı. Öyle bir çığlık attı ki, salondaki pumakılıklı toz oldu anında! Kafası kopmuş gibi davrandı zibidi. Çıkardım onca çığlığa rağmen. Kendini köşesine attı nefes nefese kaldı. "Ölüyordum. O canavar beni yakaladı, yiyecekti!" 
"Her yere sokma burnunu" dedim ama kime söylüyorsun? 


Foka haddini bildiriyor. Bu fok yok ortada artık. Alıp zulasına götürdü herhalde...
Ateş Kaptan'ın seyir defterini tutmaya başlayacağım yakında.
Yine de isteyen olursa... 


7 Temmuz 2012 Cumartesi

napardım bilmem?

Bugün, yani 7 temmuz 2012. Panço'nun ailemize katılışın ilk yıldönümü!
Sabah Candan Erçetin'in şarkısıyla uyandım. 

napardım bilmem seni bir gün görmesem...
Sesini bile duymasam, napardım bilmem...


Dün, yani 6 Temmuz da Panço'yla birlikte akşamüstü yürüyüşümüze çıktık. 
Mina'nın babası (köpek sahipleri için önce köpek ve adı, sonra sahibi  ve zaten en son sahibinin adı öğreniliyor)  Onur telaşlıydı. Arabasının motoruna kedi girmiş. Biri not bırakmış, çalıştırmasın diye... Sabahtan beri onu çıkarmak için uğraşıyormuş. Merak ettik biz de baktık. Hatta Panço'da baktı. sesi tüm mahalleden duyuluyordu, cismini merak ettik. Süt getirmiş Onur, arabanın altına koymuş, oğlum bitirdi onu. 
Sonunda motora su döküldü. İçinden kıl kuyruk bir yaratık çıkıp uçarak diğer arabanın altına gitti. Hah, yakalarız şimdi derken... 
Yok oldu. 
Yine bir motor buldu kendisine.


Onur arabasını uzaklaştırırken, yeni arabanın sahipleri için kağıtlar yazıldı kapı koluna sıkıştırıldı... Tam o sırada anne-kız araba sahipleri geldiler. Tabii ki, şok! Hadii aynı çalışmalar onlarda da başlandı. Bir Pançoy'la kısa bir tur atıp geldik. durum aynı... Koca sesiyle bağırıyor ama, yakalanmıyor. Sular sıkıldı, kaportalara vuruldu... Bir ara ses iyiden iyiye kesildi. Yahu görmedin çıktı mı acaba? Olabilir. O kadar küçük ki, o kadar sık çalılar var ki yanımızda... Bir bahçeye girmiş olabilir. Hareket ettiler. Azcık gitmişlerdi ki... ciyaaak!
Zınk diye durdu kadıncağız. Araba geriye çekildi. İki tekerleği kaldırıma alındı. Biraz yükselsin hiç değilse diye... Ve onca dökülen suyla sırılsıklam olan yere yatıp arabanın altından nerdeyse 45 dakika çıkamayan bir işçi (tulumlu olduğu için işçi olduğunu varsayıyorum) kendini o el kadar kediye adadı... 
Evden bir koşu kedi maması getirdim. Kaşıkla verildi. "Yiyor şerefsiz!" diye bir ses geldi arabanın altından. 
Şerefsiz yedi, ama kendini ele vermedi :))
Ama sonunda elini ayağını bir yeri kaptırdı. Sekiz kişinin inadına el kadar kedinin inadı 30 saat direnebilmişti.



Ve içerden bu "şerefsiz!" çıktı :))
Flu oluşun da hiç bir suçum yok. Durmuyor! Bir an bile durmuyor. Sürekli dönen pervane gibi... 
kucağa alındı ve o veteriner senin, bu veteriner benim dolaşılmaya başlandı. 
Hiç biri almadı. Gerekçe: Pansiyon mevsimi başlamış. Para kazanmak, el kadar kediyi korumaktan daha önemli. Anatolia'ya bile gidildi... Sonuç aynı. 
Sonra da Petshoplarda neden hayvan satılıyor diyorlar. Kimse kusura bakmasın ama... Siktirsinler!
Sen sağlık ve koruma görevini yapmazsan, yapanlara karışamazsın! Hiç değilse bakıyorlar. 


işte küçük bey. 
Üç kişi gezdirdik... Üçümüzün de köpeği var. Benim bir de kedim var... Ama ihale bana kaldı. 
Ev arıyorum bu hayata sıkı sıkı tutunan henüz bir aylık olan cingöze... 
Puma kılıklı çok tepki gösterdi. Koltuğun altına attı kendini. suratı bir karış!
Hazret küçük odada kalıyordu. Gece boyunca miyavladı. Konservesini yiyordu ama, suyunu içmeyi beceremedi bir türlü... Parmağımla damla damla verdim. 
Ama çiş kaka yapmıyordu. 
Karnını ovdum, kıçını ıslak pamukla sildim... I-ıh... öldür Allah yapmadı. 
Bugün yine veteriner turu attım. 
Hala evde dersem, sonuç anlaşılır. 
Ellerine alıp bakmadılar bile. 
Taşıma sepetinden bakıp "ah çok da şirin!" demekle yetindiler. 
Benim bilime inanmamı bekliyorlar! 
İnanırım. Ama yüreğe daha çok inanırım.
ÖSYM mahsulü doktorlara ve veterinerlere, mühendislere, mimarlara neden inanayım?
Yaşadığımız her şey ortada değil mi?
Sevgisiz yapılan mesleklerin sonuçlarıyla yüzleşiyoruz hergün.
Anlayacağınız başıma kaldı!
Paper mache için aldığım koca kutuyu attım odanın ortasına... içine gece boyunca yanına sığınıp uyuduğu pelüş domuzu da koydum, yemeğini, suyunu kumunu... içine de yaratığı... 
Sonra gittim baktım, yok! araba motorlarına meraklı zıpır orda durur mu?
Sesi de çıkmıyor. Divan'ın arkasına baktım. Pumakılıklının da çok sevdiği divanın arkasına. 
Puma kılıklı oraya zor girer artık! Meğer sıkışmış ama çişini nereye yapacağını bilememiş! Kum bilgisi yok zibidinin... Divanın köşesini halletmiş. Rahatlamış uyuyor! Kimbilir nerde? hala sesi çıkmıyor!

Bu Temmuz ayında bir şey var. İlk haftası bana bir can geliyor! 

Panço çok ilgi gösterdi. Çok sevindi. Oynamaya da kalktı. Ama o el kadar zibidi genleriyle konuştu! Boyundan büyük GRRRR lama ve kabarıp tıslama. 
Panço oturdu izlemeye başladı. Panço'nun ayakları çok cazip geldi küçük oğlana. onlara koştu, Panço ayağa 
fırladı. Küçük müçük... Sonuçta bir aslan o! 

Yine de bütün gün aklımda o şarkıyla dolandım
napardım bilmem, seni birgün görmesem
napardım bilmem?

İsteyen var mı bu küçük delikanlıyı? 


5 Temmuz 2012 Perşembe

kıpırdamazsan başına iş açılmaz

Bugün bilgisayardan uzak durup evi toparlayayım dedim... Benim ev toplamam hıçkırık gibi... Nerde ne zaman tutacağı belli olmaz... Salondaki bir örtüyü alıp yatak odasına götür... ordan bir kitap al çalışma odasına götür... Ordan boş saksıyı al, balkona götür... Aslında yapılması gereken salonu adam etmekken birden kendini balkonu süpürürken bul... 


Saksılar çekildi altlarındaki ölü yapraklar ayıklandı... Bu arada Panço içeri kışkışlandı... Zaten lafımı ikiletmedi... Süpürgenin ucu kendisine de dokunur diye...  Tam pançonun tüyleriyle de kocaman bir çöp yığınını toplayıp atmışken... Bir saksının içinde aylar önce torbayla koyduğum akvaryum taşları şaaar diye boşal balkona... pırıl pırıl parlak siyah taşlar. Atmaya kıyamamıştım. Ama minnacıklar... Sıkı bir küfür savurdum kendime... Sonra dalları yere sarkmış ortancamın üzerindekileri gördüm.  az sonra yapacağım o titiz toplamayı bile unutturdu... 


Netlik amaçladığım yerde değil... Güneş gözümü alıyordu diyelim :)

 
                                Fotoğraflara bakınca... O sırada hissettiğim çoşkuyu bulamadım nedense...
                                                Galiba mesele başıma gelene aldırmamaktı... :)
                                                                       
           
                                                         Hazır çekmeye başlamışken...


  Balkonumun yeni kızı :) Eskisi çok direndi ama, kışın soğuğu iliğini kurutmuş... Kendine gelemedi.
 Ama küpesiz olmaz! Başka renklerinden de edinmek istiyorum. Ama bundan sonra taşınacağım evde balkon olur mu? Hepsine yer bulur muyum? Herşey belirsiz... Yeni yapılan tabutluklardan nefret ediyorum! Balkon yok... doğru dürüst pencere yok! Eski yapılara da güven yok!

Neyse... Zamana bıraktım... A, hikayenin sonu; o taşlar toplandı torbalandı. bu kez dikdörtgen yoğurt kabına konup kapağı da bantlandı... Taşınmaya hazırlık yapıyorum sanki ufak ufak... Her beş yılda bir taşınıyorum şu İstanbul'a geldiğimden beri... En uzun süreyi söyledim :)

Ne demişler? Tebdili mekanda hayır vardır!