29 Temmuz 2011 Cuma

sokak köpekleri terörü...

İki gündür sokak köpeklerinin saldırısına uğruyoruz. Yanımdakinin de sokak köpeği olması işe yaramıyor. Tasmanın ucunda olan her yaratığa ders verme derdindeler. Düne kadar rahat rahat gezdiğimiz sokaklarda birdenbire 5/6 tane sokak köpeği çetesi belirmeye başladı.Ne oldu yahu? Barınıkların kapıları mı açıldı? Panço'nun neden ev köpeği olmak için çabaladığını çok iyi anladım. Bunlarla baş edilmez! Sürü halindeyen cehennemden çıkmış gibi oluyorlar. Eve dönerken ki sevincini görmeniz lazımdı. Koca caddede taa karşı kaldırımdan gümbür gümbür geldiler! Trafiği falan takan yok! Işık mışık hakgetire. Arabalar bile durdu... Mesele ne? İtiyle geçen ben! Onu nereye çekeyim, ben kıçımı nasıl kurtarayım? Bağırayım mı? Bağırma diyenlere bir çift lafım var... Herif bacağımı gözüne kestirmiş... Dönüp onun kadar kararlı bağırmazsan boku yersin! Nasıl bakıp HAYIR diye bağırdıysam! İki adım geri attı puşt! Onların sayesinde panço da yolu çok uzatmadan sıçtı bir köşeye... Biz yırttık... ama karşı kaldırımda amerikan buldogla yürüyen birini gördüm... Hah, sıra onda... benimkinden daha büyük bakalım ona da saldıracaklar mı diye düşündüm, iki dakka sonra gümbür gümbür inledi ortalık... Ama ne yapıyorlardı göremedim. 

İstanbul'da 1910 yılında 30.000 köpeği sivri adaya bırakmışlar... Zalimliğe bakın! Birbirlerini yemişler. Esnaf seviyor sokak köpeklerini ama, bakımını yapıyor mu, terbiye ediyor mu? Hayır. Aslında iyice sahiplenseler ve eğitseler sorun çıkmayacak. 



Benimki bu öndekine benziyor :) Ama suratı daha kurt gibi... renkleri daha koyu ve bakışları daha masum. 
Tek tek bunlarda masumdur ama sürü olduklarında önlerinde durmamak gerek. Bunlar barınakta kanka olup dışarıda da kıçlarını yerleştirecek yer arıyor sanırım. İnşallah hepsi sahiplenilir. Bu çirkeflikle zor ama... Ne bileyim... belki. Bunların en akıllısı bana gelmiş yaa... çok şanslıyım. 

26 Temmuz 2011 Salı

kedi ve köpekle deprem deneyimi...

Evde karınca olsaydı, bu faaliyetten ne olacağını anlayacaktım...


Ama benim kedim ve köpeğim var yalnızca...  Köpekler şu tepkilerden birini ya da birkaçını gösterirmiş...
Sürekli saklanma, kaybolma, dışarı çıkmayı veya içeri girmeyi reddetme
Anksiyete yani sıkıntı ve endişe
Psikojenik şok
Kaçma, havlama, uluma, ağlama
Havayı koklama, yeri kazma
Yabancılara karşı tepkisiz olan bir hayvanın yabancılara saldırması
Sahibinin yanından ayrılmama
Ani irkilme ve kulak kabartma
Veya korkudan dolayı tamamen tepkisiz kalma

Sevgili Panço bir gün önce, yattığı yerden birden fırladı ve havayı koklamaya çalıştı... Hem de ne koklamak! Nerdeyse tavanı bile koklamak istiyor. Kalktı odaları dolandı... Balkon kapılarına gitti. Yine içeri dönüp havayı kokladı... "Ne oluyor len? Hayalet mi gördün?" dedim. Bana göre ortada koku yok tabii... Bu da kendini akıllı sanan bir varlığın köpeğin koku alma duygusuna akıl erdirememesinin apaçık kanıtı. 
Neyse... Dün akşam uzanmış tv izliyorum. İkili koltuğun arka tarafında da Panço yatıyor. Panço kalktı dolanmaya başladı... Ama bir şey kondurmadım tabii bu haline... hafiften sallanmaya başladık... Hemen peşinden gittim ben de... Odada dolanıyor. Yanıma geldi. Üzgün. Okşadım. Sakin ol falan... Bir yandan da "Kız ne yapıyor acaba?" diye düşünüyorum. O 99 depremini yaşamıştı. O zaman evde 4 kedi vardı. Güzelsurat, Aslansurat, Pumakılıklı ve Şarlo. Hepsi de o gece evdeydi. Evin tek erkeği ve çapkını Şarlo bile... Hepimiz salondayız, ben Tv izliyorum yine... Çalışma odasında  bir şeyler yazmışım, sonra gelip beynimi boşaltmaya çalışıyorum... Genellikle iyi filmleri de gece yarısından sonra koyarlar ya kanallar büyük olasılıkla film falan izliyorum... Ve o muhteşem sallantı başladı. Bize öğretilen -o ıla kadar hep doğru bilirdik- şeyi yaptım hemen. Zaten koca bir kiriş vardı ikili koltuk da onun altına denk geliyordu. Koltuğun kenarına oturudum. Önümdeki sütundan geçen kalorifer borularına tutunmuşum. Kedileri nasıl çıkartırım diye düşünüyorum... Tabii ki pencereleri açarım dedim. Bir de bahçeye açılan kapıyı... o da benim kaçış yolum. Sonra kedilere baktım. Anam! Hepsinin gözü fincan gibi büyümüş bana bakıyor! "Salak mısın? Ne demeye sallıyorsun evi?" der gibiler... Bütün bunlara zaman var, çünkü bir türlü bitmiyor beşik hareketi... Bİr şangırtı duyuldu... Hah, birilerinin camı gitti... Sonra elektrikler gitti. Hemen mum bulunup yakıldı... Pilli radyo alındı... Kanal bulunmaya çalışılıyor... Buldum. Ne garip bir yer bulduysam... Adamın teki sürekli aynı şeyleri söylüyor. "İstanbul da büyük bir deprem oldu. Her yerle bağlantımız kesildi. Allah yardımcımız olsun!" Aha, sıçtık! Sonra mahallede sesler duyuldu... Herkes sokakta... Neyse ben de doğru dürüst bir kanal bulup depremle ilgili bilgileri aldım... Bir ara banyoya gitmeye kalktım... Aaa, sürü halinde gidiyoruz.  Bütün kediler peşimde... Ben nereye onlar oraya...  Sabahladık hep birlikte. O dönemler parasızım, işsizim... telefonum zaten kesik! Gün ışır ışımaz, eski sevgilinin evine gidip eve, annemlere telefon edip iyi olduğumu haber verdim. Çok da merak etmemişlerdi açıkcası... Körfezde oldu diye sanırım. İnsan çok garip şeyler hissediyor deprem sırasında... Önem verdiğin tek şeyin yaşam olduğunu, eşyanın ıvır zıvırın falan gözünde zerre kadar değeri olmadığını farkediyorsun... Kedilerle birlikte kurtulursak, herşeye yeniden başlarız diye düşünüyorsun... Yeter ki birine bile zarar gelmesin.  Artçılar sırasında hep giyinik yattım. Kanepelerde falan... Ne olur ne olmaz! Pumakılıklım da sehpanın üzerinde... sırt tüyleri kılçık gibi havada... sözüm ona sakin ama, tetikte... iki tıngırtıda, o kılçıklara kuyruk da katılıyordu. O deneyimli kedim bu yılki sallantıda benim yanımda değildi. İçeri gidip baktım, divanın altına girmiş. İkiye bölünmüş hayat sinirime dokundu o an. Ama direniyorum hala... 
Onlar içinde çanta hazırlanırmış... Köpeklerle ilgili olanı körler derneğinin sitesinden aldım. Onlar için köpekler sadece sevilesi hayvan olmasının ötesinde... Bir çift göz, onları kollayan bir yoldaş... en az kendileri kadar önemli... Keşke herkes için öyle olsalardı hayvanlar...




Rehber Hayvani Deprem Çantasi ( 7 gün için)
Içindekiler için öneriler : tahliye edilmeniz durumunda , hayvaninizin tasiyabilecegi bir pakete ihtiyaçlarini koyun.
Bu çanta asagidakileri içermelidir:
• Su ve yiyecek için kap
• Yiyecek
• Uyku yeri için battaniye
• Salyalarini tutmak için plastik torba ve kâgit havlu
• Küçük yaralar için Neosporin merhem ( Hayvanlar deprem sonrasinda çok kolay yaralanabilirler . Veterinerinize hayvaniniz için kullanabileceginiz özel bir ilaç olup olmadigini sorun)
• Sevdigi bir oyuncak
• Yedek emniyet kayisi
Çevremizdeki birçok sey gerekli önlemler alinmazsa bir deprem aninda bizim için tehlikeli olabilir. Bu bölümde olasi tehlikelerden ve alinmasi gereken önlemlerden bahsedilecektir. 








Japonlar tabii ki kedi ve köpekler için çoook kullanışlı görünen bir deprem kiti hazırlamışlar... Geçir sırtına, ilacını, mamasını, oyuncağını vs... koy içine... Fotoğraftaki bile muzdarip bu halden... bizimkileri kaç gün kaç gece bu halde tutabilirsin ki? Neyse sallanırken yakalayabilirsen, geçirmeyi denersin, en azından onunla uğraşırken deprem paniğinden uzaklaşır insan :)))

Puma kılıklımın depremden etkilendiğini gece yattığımda anladım. Hemen yanıma geldi. Onca sıcağa rağmen poposunu karnıma dayadı. En azından iki patisinin bana değmesine özen göstererek yattı bütün gece...  Panço bütün gece tedirgin dolandı kapı önünde... Azıcık kapı gıcırtısı gibi ses çıkardı. Ama ağlamadı. Yine de yanımızda olmayı isterdi eminim. Ben de... 

25 Temmuz 2011 Pazartesi

köpek almanın yararları...




Daha erken kalkıyorsun ve çoooook iş yapıyorsun. 


Daha geçen gün Panço'nun resmini koyduğumda arkadaki sandığı boyamam gerektiğini söylüyordum. Yaptım. Bu içi... Yapışkanlı kağıt kaplandı. Sandık içi boyamaktan nefret ediyorum. En kolayı kağıt. Ama kağıdım şak diye bitti. Dibine başka bir kağıt koydum mecburen...



İşte bu ön tarafı... Deniz kızı hiç aklımda yoktu... Ama biten malzemeyi almak için gittiğimde buldum Atölye'de... Bayıldım. Çıtanın üzerine çıktı kuyruğu bir de en güvenli yer herhalde deniz fenerinin yanıdır bir deniz kızı için... 



Martılar sandığın iki tarafında... Martılar kabartma. 

Ve arkası... Denizkızlarının düşü yok mudur? Bence onlarda dünya denizlerini tanımak ve gezmek için düşler kuruyordur...  Onun düşlerinde neden Paris olmasın. 


Şu kenardaki hafif pembelikleri görüyorsunuz ya... onları ben yapmadım. Vernik sıkarken birden oluverdi... Tam eski bir görünüm kazandı... Buna yakıştı ama, olmaması gereken bir yerde belirseydi  saç baş yolardım herhalde... Bunun neden olduğunu bilen varsa bana yazıversin lütfen. Sprey vernikti... Bu bölüm balkonun güneş gelmeye başlayan noktasında kaldı... Yani aklıma gelenler bunlar... güneş ve vernik iyi bir ikili olmuyor mu acaba? Ama neden ner tarafı değil de sadece bazı bölümleri...  Altındaki kahverengi çıktı desem... öyle görünmüyor... Neyse ne işte... bilmiyorum... ama sevdim. Güzel oldu o bozukluk...  Minderi de mahallenin döşemecisi dikti tabii... Sabit olmamasını tercih ettim.  Fermuarlı... Kedi köpek üzerine yatmaya karar verirse, ki verecekler... Oğlan nasıl sığar bilemem de kız kesin üzerini kürkle kaplayacak o minderin... çıkar yıka hesabı olacak... pratik olmak, hayatı kolaylaştırır. 

Bu MDF sandığı böyle tahta parçalarından yapılmış görüntüsü vermeyi çok istiyordum. Ece Aymer, kaplama şeritlerini göstermişti bir ara, kahverengi boyayıp sonra mumla eskitme yapıyordu. Onu deneyecektim. Zor bir çalışma olacaktı. Teadüfen Lolipu'nun bloguna girdim ve orda ilacımı buldum.Teşekkürler lolipu... BUnun yöntemi kısaca şu, önce kahverengiye boyuyorsun, mumluyorsun tamamını, maviye boyuyorsun. mumluyorsun, beyaza boyuyorsun... sonra cetvelle tahta boyutlarını işaretleyip CIRT çiziveriyorsun! Al sana kahverengi tahta kenarı... Bazı yerlerine biraz daha müdahale etmek gerekiyor... Sert davranıp kazıyorsun falan... bir de zımpara... kah kahve boyalar kah maviler ortada... çok keyifli bir çalışma. Hem de şerit kadar uğraştırıcı değil.

Aslında aklımdaki bu değildi... Deniz feneri ve yelkenlileri tenekeden yapmayı düşlüyordum... Bir sürü de kutu biriktirmiştim. Ama... Kedi ve köpeği düşünüp vazgeçtim. Tenekelerin ucu kalkıyor bazen... Hepsini yapıştırmak da olmuyor. Biraz bozuk, eğik, buruşuk olunca daha hoş oluyor. Ama kenarları kazaya neden olabilir diye vazgeçtim. 
Onlar benim göz zevkimden daha önemli...  

24 Temmuz 2011 Pazar

Panço oynuyor!!!!


Onu harekete geçirecek oyuncağı keşfettim.
Puma Kılıklı'ya aldığım lazer oyuncak! O kırmızı noktanın peşine düşmeye bayıldı. Yerde başladık, koltukta bitirdik. O cüsseyle evin içinde koşmasına imkan yok! Kendini yaralaması işten bile değil. Meğer benim Panço kedi ruhluymuş... Onun için anlaşmışız. Başnın üzerinde parlayan nokta var ya... onu kıstırmaya çalışıyor işte.


Tabii telaştan cep telefonuyla çekiverdim hemen... Bir elimde lazer, bir elimde telefon neyi çektim neyi çekemedim farketmedim bile... Burda köşeye kıstırdığını sandığı kırmızı noktayı etkisiz hale getirmeye çalışıyor. Gel de şu popoyu ısırma :)
Öyle pet şişe ısıralım, at bana sopa tutup  getireyim sana falan ilgilenmiyoruz. Önüne top attım, yerini değiştirdi. Yavaş yavaş... Alışacak. İçindeki çocuğu ortaya çıkartacak... Hatta geçen gün, ucundan azcık gösterdi o çocuğu... Ayaklarını silerken katır cilvesine başladı ve arka ayaklarını sildirmeden kaçtı... Sonra yine cilveyle yanaştı ıslak bezle bir azar işitip sakin sakin durdu... Biz insanlar sapığız be! Hem oynamasını istersin, oynarken de yeri değil dersin. Oynuyor işte! Çocukluk yapıyor... 
Ah bir de dün, uzun tur yaptık. Caddeyi ikimiz geçtik... Işıklarda bekledik, biraz telaşlı da olsa, duran arabaların önünden geçtik. Bir arkadaşı ziyaret ettik. (Kıskandırma turuydu) Cocker cinsi köpeği bebekken ölünce bir daha köpek almayan delikanlıyı iştahlandırmak istedik. Başardık mı bilemiyorum? Sonra benim eski mahalleye gidip Fügen'e telefon ettik ve pastanede oturup bekledik. Pastane deneyimi ilginçti. Biraz yadırgadık. Bura nere? Ne işimiz var? Neden oturuyoruz? Ben oturmayayım, bir bakınayım, güvenli mi burası falan derken, Fügen'i görür görmez bunun yine dost ziyareti olduğunu çaktı ve pek sevindi. Çayımızı içip sohbetimizi yaptık, uslu uslu oturdu yanımızda... Eskiden büyük ihtimalle kovulduğu yerlerde artık itibar görüyor. Sınıf atlamak diye buna derim ben! O heyecanlı da ben değil miyim? Fotoğraf çekmeyi unuttuğuma göre ben de heyecanlıyım demek ki... Olsun, bir gün çekmeyi hatırlayacak kadar rahat olacağım. 

22 Temmuz 2011 Cuma

Bodyguardla boğuşuyoruz...


İki gündür mahalle turlarımız bir mafya babasının korumalarının saldırısına uğruyor. 
Mafya babası bir Sibirya kurdu, beyaz. 8 yaşındaymış. Hastaymış... Ağır abi dediler. Yerim ağırlığını...  Bence ağır abi olan o değil, sahipleri! Kadınla her gün karşılaşırdık, köpeğine bayılırdım,  dünkü saldırıdan sonra bana buraya yeni mi taşındınız dedi. Şartlı refleksli beyin! Köpekleri ve dolayısıyla sahiplerini tanıyor. Hayır dedim, mor oldu. Panço yeni deseydim, mutlu olacaktı. Neden mutlu edeyim uyuzu? Tam sürü halinde geziyorlar. Kendi kurdu, ve iki tane sokak köpeği... Onlar tasmasız... Tam it! Vazife edinmişler kendilerinden başka bir köpeğin sokakta olmasına tahammülleri yok! Meğer benim sesim ne kadar gürmüş! "HAYIR-HAYIR-HAYIR" Daire çizip gidiyorlar. Benim garibim de arkamda kendini güvenceye alıyor.  Dün akşamüstü ilk karşılaşma ve saldırı gerçekleşti. Bu sabah da ikincisi... Artık Panço bile dayanamadı. O da karşılık verdi. Ben de kayışın ucunu hazırladım. Üstümüze gelirse patlatacaktım bir tane! Ama koruma iti akıllı. Vazifemi yapıyorum gösterisi yapıp kendini riske atmıyor.  Herkese havlayan köpek yetiştirmek marifet mi bilemedim. Sahipleri çok korkuyor demek ki. Hayattan çok korkuyorlar. İnsanlardan ve diğer her şeyden...


Şu bisküvi meselesi... İnternette araştırma yapıyorum, insanlara soruyorum, veterinerlere soruyorum... Bilgiler karışık. Hem de nasıl karışık anlatamam... 
"Köpeğe mayalı bir şey vermeyin, ekmek, simit vs. Midesi ekşir" diyorlar... 
Bisküvi tarifi veriyorlar, içinde bira mayası var...
"Köpeğe soğan, sarımsak zihhar vermeyin" diyorlar...
Bisküvinin içine sarımsak tozu katıyorlar... 
"Süt ve süt ürünleri vermeyin, vücuttaki demiri yok eder" diyorlar
Bisküvi tariflerinde süt de var, peynir de var... 
Hayyyy! Ben... senin... meatihgnıclazbazmğdh... (siz anlam verin)
Alacaksın yukardaki gibi bir bıdık... Eline ne versen kemirir... Oh! O tok, senin kafan sağlam! 
Kedinin gözünü seveyim! Ne istediğini bilir! Anlatır! Bu şapsallar da her şeyi istiyor ama, kendine dokunur mu, dokunmaz mı? Gerçekten istiyor mu istemiyor mu? Belli değil. Hazır mama! Şaşma bundan... Bakalım ne oluyor! Ama iyiye alışmaya başladı. Çok matrak! Artık atılmış torbalara, çök kutularına meyletmiyor. Kenarda duran sulara da yüz vermiyor. Evden çıkmadan önce suyunu tazelediğimi görüyor. Döner dönmez suyuna gidiyor. Mamasını bekliyor. Yaaa benim oğlum çok akıllı, çok güzel. Herkes sokaktan almalı bir tane. Onlara hayat öğretmiş zaten herşeyi. 
Bir de oyun oynamayı öğretebilsem...

20 Temmuz 2011 Çarşamba

arkadaşla sabah gezisi...


Bu sabah Paşa ile yaptık gezimizi.. 
İkisi de erkek... Çok iyi anlaştılar... Müthiş ikili... 
Akşamüstü yine Luna'yla çıktık ama fotoğraf çekmeyi unuttum. Artık trafikte daha rahatız. Bir kez de başbaşa denemenin zamanı geldi sanırım. 

Panço'yla birlikte eğitiliyoruz...

 Panço'yla evin etrafındaki kısa daireyi genişlettik biraz... 10 gün içinde hiç fena değil... Artık kedi görünce heyecanlanmıyor ya da iyi saklıyor.  Uzun dolaşınca bok avuçlamadan eve dönmeyeceğim kesinleşti... Hatta tek torbayla dışarı çıkmanın insanı ayazda bıraktığını öğrendim... Yoğun trafiğin yanından gitmeyi de öğrendik... Daha az tırsıyoruz sanki... Ama asıl büyük yürüyüş bu akşamüstü yapıldı. Komşum Uğur ve Luna'sı (amerikan boxer) o inanılmaz güzel ve cilveli kız, benim şoparında aklını başından aldı. İlk tanıştığı türdeşi ve şu ana kadar tek sevdiği o. Luna herkesi yalıyor... Panço'ya da sevgisi ve salyasıyla tereyağı gibi eritti. Sahipleri genç bir çift. Uğur, iyi bir eğitmen... Luna'ya hayrandım. Karşı taraf talep etmeyince kimseye yanaşmaz. Oturur bekler... Dur denince durur, otur deyince oturur. Yolda eğitimli bir köpek ve nasıl eğiteceğini bilen biriyle birlikte olmak, çok rahatlatıcı...

Birlikte yola çıktık. Doğru caddeye... İlk karşılaşmada birbirlerine katır cilvesi yapan itler birden ağırbaşlı oldular. Trafik ışıklarında bekliyoruz... Benimki biraz sersemledi tabii... Kıza mahcup olmamak için hiç direnmiyor. "Trafik mi? Hıh! Ne var canım, geçeriz...! E, ama, çabuk, çabuk! Geliyooor!"
"Dur oğlum sakin ol! Yavaş!"
"Git işine be! Bir sürü bir sürü araba var burda!"
 Kalbimiz küt küt çarpıyor! Dilimiz iki karış dışarda... Geçtik!


Ben tasmayı sıkı sıkı tutmuşum. İleri fırlamasın diye gücümü gösteriyorum. Ve ilk dersimi alıyorum.  "Tak!" diye çekilecek ve serbest bırakılacak habire çekince, kendini kızak köpeği sanıyor ve asılıyor...  muş... Vay canına. Kayışı tutuşum yanlışmış... Onun bile tutuş biçimi varmış...  Sonunda Uğur elimden kayışı aldı ve iki koca köpekle uyum içinde yürümeye başladı. Pançom tam tepe sersemi oldu zavallım. Üstelik bir kez daha ışıklardan geçtik ve hiç tanımadığı bir parka girdik. Şaşkın şebelek dolandı ve bir bok avuçlama seansı daha yaşattı bana. Luna bunu üç kez başardı. Benimki yine idare eder... Kargo giymenin yararları... Yan cepler torba dolu çıkacaksın yola... 
Ve bir kez daha anlaşıldı ki... benim güzelim oyun oynamaktan bihaber... Yarın ona bir top alacağım. Evdeki  ciyykleyen oyuncaklar hem onun hem benim sinirimi oynatıyor!
 Benimki gördüğü suya dil atmadan duramıyor. Yolda dükkan oluğundan akmış suya bile dil atıp öyle geçti... Hepsi öyleymiş... Ruhları sefil bunların galiba...
Bir de gördükleri her şeyi yiyebileceklerini sanıyorlar harbiden. Luna, bebeklikten beri eğitildiği halde parkta bulduğu krakeri kaşla göz arası ağzına attı, ama parmaklanarak çıkartıldı ağzından. Dişinde kalanların tadını çıkarmakla yetindi. Panço sokaklarda alışmış sanıyordum ekmeğe, değilmiş... hepsi bayılırmış ama içindeki maya midelerini ekşitirmiş... Demek ot yiyip anında köpük köpük kusması o yüzdenmiş... Nah bulursun ekmeği artık! Köpek bisküvisi tarifleri aramaya başladım... buldum da... hepsi aynı tarif! İnternet cilvesi. Herkes bulduğunu paylaştığı için,  hiç değişik olanına rastlamadım. Tariflerdeki en matrak malzeme,  sarımsak tozu! Keskin kokulara bayılırmış bu yaratıklar... Kedilerin bucak bucak kaçtığı sarımsak, bunların kutsalı! Kendimi iki yaratık arasında sarkaç gibi hissediyorum! 


18 Temmuz 2011 Pazartesi

Mavi baykuşa nazire...


Bilgisayar başında oturmuşum çalışıyorum... Yanık kokusu geliyor bir yerlerden... Allah Allah biri bahçe de bir şey mi yaktı acaba?  Neyse... boşver... Amma koktu be! Aa, duman? Nerden geliyor? Hay salak! Üstünden çıkıyor be! Sigara ne ara üstüme ateş attı bilmedim ama, oturduğum yerde tüterken yakaladım ateşi. Söndürdüm... Koca bir delik kaldı geriye... Daha da yeni almıştım bluzu. Tüh! Atacak mıyım? Asla!


Oturup çizersin baykuşunu... Ağacını, yaprağını... Kumaşları dökersin ortaya... Biraz yoluk yoluk olsun, derbeder görünsün diye de kıvırmazsın kumaşı... üstten basit bir dikişle yamarsın bluzu. Baykuşun göbeğinin altında koca bir delik var! Nihavent de düşkün baykuşlara, ben de... onun baykuşu gibi olmasa da garip bir biçimde renkleri yakın. O mor yapmıştı baykuşunu... benimki mavili lacivertli... Gecenin renkleri... çiçekli... Gözleri de iki ayrı düğmeden... 

17 Temmuz 2011 Pazar

sonunda tanıştılar!


Hayır hayır, böyle olmadı. Tekmeyi ben yedim!

Kızın merakı nihayet havayı koklama, kulakları boynu öne uzatıp duvarların ötesini görme gücünü harekete geçirecek bir konsantrasyon düzeyine gelince, kucağıma alıp kapıyı açtım. Holde yatıyordu Panço. Her zamanki gibi önce suratıma baktı. Kucağımdakini görmedi. Ama kollarımdaki tosuncuk, boynunu kuğuya çevirmiş ona bakıyor. Panço şapşalı nihayet gördü. "Iıı..." diye bir ses çıkartıp gelmeye başladı. 
"A, kapının ardındaki bu muydu? Dur ya ben bir koklayayım onu." 
"Uzak dur benden! Hışşşt! Kışşşt!!Kıh! pıfff" 
Bu arada ben kızı öpüp okşuyorum... Mesaj ikisine de... Ama alan yok tabii. Kollarımın selameti adına kızı yere bırakıp dizimle oğlanı engelleyip dışarda bıraktım... Kız yatak odasına doğru garip bir kütle olarak gitti. Göbek iki yandan sallanıyor ama, yere yapıştığı için elle yoğrulan hamur görüntüsünde... Ah, şimdi bu yatağa çıkamaz derken... Oo, meğer nazı banaymış... Bu arada yatak değiştirdim de... Yirmi yıllık, üç karıştan yüksek olmayan yatak gitti, uzay yatağı geldi yerine... Nerdeyse ben bile tırmanarak çıkıyorum üstüne. Kız için merdiven koydum kenara... Bir türlü tırmanmaya tenezzül etmemişti... Habire kucaklayıp çıkartıyordum. İşte böyle... Kıçına köpeği salarsan, tepede buluyor kendini. Ama hemen saklanmadı. Bu iyi bir şeyBeni bekledi. Okşadım, fırçaladım falan... sonra girdi pikenin altına... Gördüklerini hazmetmesi gerekiyor şimdi. En azından artık aklında bir görüntü var. Oğlan da sakindi... Ama çok tırnak yiyecek... Sanırım davul sesinin yanına bir de zurna zırıltısını ekleyecek... Utanmasam dirseğime yediğim tırnaktan sonra ben de aynı sesi çıkarırdım. Yakında çözülecek bu sorun. İnanıyorum... 

15 Temmuz 2011 Cuma

Elime geçeni boyuyorum...


Bu abajur benim için çok özel. Çünkü onu kardeşim yaptı. Kontraplak+kıl testere marifetiyle... Babamızı kaybettikten sonra babamdan kalan malzemeler ve onun el becerilerinin mirasını kullanıyoruz. Annemiz de becerikliydi. Dikiş, nakış, yemek... Bize özel bir şey öğretmediler... İzledik, gördük ve sonra yaptık. Onlara yardım ederken öğrendik her şeyi.... Sevgili Bahama Kartalı, yani kardeşim ortaokuldayken babamın ona verdiği kıl testereyi kullanmış... ve sonrası okul, askerlik, iş hayatı... Ama karar verdiğinde ortaya çok güzel işler çıktı. Kendine yaptığı filli abajur da şahanedir. 




Elime geldiğinde bir ton koyu pinoteksle boyamıştım. Zaman içinde renginden sıkıldım. Kırık beyazla boyadım. 



Ve görüldüğü üzere eskitme yaptım. Aslında mumla eskitme yapmaya niyetliydim. Ki, mum eskitmeye bayılıyorum... Ama mumu az sürmüşüm... Eh ikinci eskitme devreye girmek zorunda kaldı... 
Genç arkadaşım eskitmeyi sormuş... Hemen anlatayım... Malzemeyi istediğin renge boyadıktan sonra, Plaid'in Antiquing Medium'unu (819) yani kahverengi boyayı ve yine Plaid'in Glazing Medium'unu bire bir ölçüde karıştırıyorsun... Üstünden geçeceğin malzemenin büyüklüğüne göre ölçüyü belirliyorsun... İyice karıştırıp kuru bir fırçayla sürüyorsun boyanın üzerine... Kahverengi oluyor. Hani ilk kez yapıyorsun, "Aha, batırdık!" diye paniğe bile kapılabilirsin. Kapılma :) Kuru ve tüy bırakmayan bir bezle siliyorsun hemen... Hen renk kırılıyor, hem istediğin yeri biraz daha kahverengi bırakarak eskitmiş oluyorsun. Ha, benimki gibi bir şey gelirse başına... Çok kahve kalırsa,  suyu iyice sıkılmış bir bezle üstünden geç, istediğin yeri incelt. 


Mumla eskitme ise, abajur ayağında görüldüğü gibi daha güzel... Boyanın çıkmasını istediğin her yere, ya da tümüne bildiğin bakkal mumunu, beyaz olması şartıyla sürüyorsun... üzerine boyayı atıyorsun... İyice boyuyorsun kurur kurumaz, fazla zaman geçirmeden, ince bir zımparayla zımparalıyorsun... Boya hemen çıkıyor zaten... Aralara şöyle bir dokunmak da hafif çizgilerin, noktaların çıkmasını sağlıyor. Sonra vernik tabii... İşte şimdi abajur bu halde... Çok keyifli bir çalışma... Ve çok kolay... Hayatı yenilemenin zevkli bir yolu... Bahama Kartalı da yeni görecek bunu... Yorumlarını merak ediyorum. 

14 Temmuz 2011 Perşembe

öncesi...sonrası...

Panço muhabbetine biraz ara veriyorum. Önüm, arkam, sağım solum köpek oldu be kardeşim... Blog da köpek kokacak yakında... Hayatımızı köpek gezdirerek geçirmiyoruz herhalde di mi? 
Şu öncesi sonrası meselesini severim. Ambalaj kutularından raf yapmaya kalktığımda (onu yakında göstereceğim) gözüme siyah şamdanlarım çarptı. Sıkıcı göründüler... Hemen kırık beyaza boyandılar...

Sıra eskitmeye geldi. Yağlıboyayla yapılıyordu ama, nasıldı yahu? Hemen Atölyeye gittim. Kübra hanıma... Sağolsun, hemen oracıkta gösteriverdi bana antik eskitmeyi... Yağlı boyaya gerek olmayan eskitme tarzını. Fırt fırt yapıveriyor. O yaparken insana kolay geliyor da... Ben yaparken epey matrak şeyler geldi başıma... Nedense pek bir yapıştı kaldı... Kuru bez yetmedi... kuralların canı cehenneme, her zamanki gibi... ıslak bezle silince... Hah! Oldu! İşi öyle hallettik. 


Gövdesine de ip sardım. Mat vernik... 


Eskitme fena olmamış değil mi? Kağıt çiçeklerden bir iki dal yapıp saracaktım gövdeye... Ama orda bir problem oldu. Henüz çözemedim... Yakında beyaz çiçekler olabilir etraflarında... 

Gönül telimi titretti

Kedilere benzemiyor bu köpekler...

Kedi kendi başının çaresine bakar. Seni sever ama, kendi istediğini de bildiği gibi yapar. O yüzden benim hayatımdaki yerleri farklı onların. Benim tarzıma uygunlar... Hasta olduklarında sakin bir köşe bulup burnunu yere koyup oturur. Kendi dünyasına çekilir. Şefkatini ancak izin verirse gösterebilirsin. Puma kılıklı kendini hasta hissettiğinde bile, divanın en ulaşılmaz köşesine çekiliyor.

Sıcaklar bastı iyice... Dün poyrazımız vardı, çok hissetmedik. İki taraflı açtım kapıları, serin serin oturduk. Panço derin derin soluklandı gece, biraz balkona çıkıp serinledi, biraz uzaktan şamata yapanlara had bildirmeye kalktı. Her yeni mekan, yeni tepkiler doğuruyor. Sınırlarını zorluyor. A, bu her yerde benim sesime karşı! kavramını yerleştiriyor yavaş yavaş... Bunu nereye kadar engellemek doğru bilemiyorum. Kafam karışık. Hırsız girse, "Sittiret! Bağırma der yine!" diye vaz geçerse ne olacak? Bu eve taşınalı 4 yıl oldu. Birinci kat ve demirli. Genellikle giriş katlarda oturdum demire alışkınım. Giriş üstü gibi olan bu dairede demiri görünce pek sevinmiştim. Öyle ya da böyle, güvence işte. Ama yatarken demiri olsa bile balkon kapısını falan açık bırakmadım hiç. Dün geceye kadar... Panço'nun yattığı salonun balkon kapısını demiri kapalı olduğu için açık kaldı. Hava alsın garibim diye... Eh bunun sonucu, sabah gezisine bizden önce başlayanlar yüzünden kimlik bildirimi oldu. "Hayır!" diye bağırarak çıktım. Kıçını bile kıpırdatmadan, kanepeden bağırıyor! E, git bari balkon kapısından bağır di mi? Yok.Sesinin gürlüğüne güveniyor. Allahtan üsttekiler de, alttakiler de erken kalkıyor. Mesajımı verip geri döndüm. Yok öyle havlayıp beni kaldırıp sonra gezmelere çıkmak falan!

Ha, onun öncesinde de yan aprtmandan parktakilere bir salvo geldi. Kadınlar erken çıkmışlar, parkta hem köpeklerini pış pışlıyorlar hem de sohbet ediyorlar... İşin doğrusu, Panço eve girdiğinden beri iki gün yaşadığım uykusuzluktan sonra uykularımın kıvamı "leşe" döndü. Uyuyorum ve bir "olayla" uyanıyorum. Durum bu... Kadınlar beni uyandırmadı, ama pencereyi açıp kadınlara çemkiren uyandırdı!
"Nedir bu ya!.... Milletin yatak odasının altında sohbet etmek zorunda mısınız?.... Faşizanlıktır bu ya!" Bunlar aralarda cımbızladıklarım... Adam haklı! Geçen senelerde ben balkona çıkıp çemkirmiştim. Valla!
Kadınların sesi bir yandan, köpeklerin birbirleriyle oynarken çıkardıkları bir yandan... Sabah uykularının içine ettiler! Bir de bu kadınlar çok cıyaklıyor ya! Martı gibiler! Köpekler iyi dayanıyor! Bakalım ben ne zaman ciyaklayacağım! Ben sessizim. Şimdilik!

Panço'ya çemkirdikten sonra uykuma geri döndüm. Aa! Onca şamataya rağmen kızım yan odadan çıktı ve yanıma geldi! Panço'nun boru sesi, benim protestolarım falan sindirmedi onu bu kez. Geldi yanıma yerleşti...  Örtü altına falan da saklanmadı... Dışarda ses duyduğunda sinirli sinirli kuyruk salladı sadece. Kızım için ileri bir adım. Onun karakteri için. Sokaktakiler de çok farklı davranıyor. Kimi kocaman açılmış gözlerle bakıyor. Kıpırdamazlarsa mesele yok, Panço'nun ilgisini çekmiyorlar. Kimi topukluyor. İşte o zaman sincap, tavşan muamelesi görüyorlar... "Dur ben şunu bir yakalayıvereyim!" diye hevesleniyor. Amaaaaa... Ama bir tane aslan var ki... İşte ona tapıyorum. Yeni ortaya çıktı. Geçen gün bizim otoparkta gördüm. Sarı beyaz bir herifçioğlu. Kaşları çatık. Metafor falan değil. Resmen çatık. Bir bakışlar var! Erirsin karşısında! Apartman görevlimiz, "Bu acayip bir şey yaa, kuşları hiç rahat bırakmıyor! Geçen gün ağzından aldım!" dedi... İçimden bir daha alamazsın, ilk sersemliğinden yararlanmışsın." dedim.  Sabah parktan çıktıkarken yol ortasında yatıyordu. Karşısında da kabara kabara gelen bir başkası var. Kabadayı gürünümlü olan Panço'yu gördü, sırtındaki kamburu düzeltip anında toz oldu. Aslan parçası şöyle bir kafasını çevirdi bizi gördü... Ve çiğnediği tütünü Panço'nun ayağına tükürdü... tükürmedi tabii... ama o surata, o bakışa, o küstahlığa yakışan tek hareket bu olurdu. O benim kedim olmalıydııııı... Şimdiye çoktan kaynaşmış, aile kıvamına gelmiş ve iki baştan iti terbiye etmeye başlamıştık!

Gezimize devam ettik ve panço kustu. Sarı köpüklü bir sıvı... iki kez. Ayyy! İşte o zaman it olmaktan çıktı. "Oğlum, bir tanem. Neyin var annem?"  kıvamına soktu beni.  Bugün akıllandım, geziyi uzun tutunca kaka vuslatına erdik.  Neyse eve geldik. Ayaklarını sildik... Ve önemli not. Artık beni kapı önünde bekliyor ayaklarını sileyim diye... :)))  Mamasını koydum. Baktı, baktı, baktı ve odaya gidip yattı. Aaa, oğlum neyin var? Hasta mısın annem?" plağı tekrarlandı. Hııı... anladım. Ödülünü bekledi. Kutu kapağını açınca geldi. Ödülünü verdim. Almadı! Eyvah. Oğlan hasta! Bir kez ısrar daha... yedi. ben mutfağa geçtip baktım mamasını da yiyor. Aaaaa! Kedi gibi değil buuuu!... Alınıyor, güceniyor, küsüyor...!!! Vay be! Duygusallık girdi hayatıma... Hiç gerek yok ama... Bu da böylesi işte...  Yanlış anlama olmasın. Duygudan sözetmiyorum. Duygusallık diyorum. Bu biraz dut gibidir... adamın her yerine yapışır. Gönül telimi titretse de çok kaptırmak niyetinde değilim bu duygusallığa... Ama hemen telaş ediyorum tabii ki...  Telefonlar edildi... Neden kustu? Bunlar cereyandan etkilenir mi? vs. Allahtan Erkan var! Veterinerlere böyle sorunca bozuluyorlar. Bedava bilgi almışsın gibi oluyor. Ya da bu hasta sahiplerinin hüsnü kuruntusu bilemiyorum ama, köpeği tanıyanlar daha   sağlıklı bilgi veriyor. Şimdi her şey normal...


Yakında evimde böyle bir manzara görmek istiyorum!

A, önemli bir şey daha oldu... uzun gezdik dedim ya... Bu kez ana caddeye çıktık. Yaaa işte böyle!. Farklı bir yoldan götürdüm, karşıya geçmeden, trafiğin paralelinden yürüdük ve eve döndük... Kediler hile yapmayı bilir.

13 Temmuz 2011 Çarşamba

uçtu uçtu, Panço uçtu!


Hareketlenmeye başladık. Gün geçtikçe marifetlerimiz ortaya dökülüyor. Dün mahallenin yeni bir üyesiyle, bir Golden'la tanıştık. Bİrbirlerini görünce heykel oyunu oynuyor bunlar. Tıp denmiş gibi durup bakıyorlar. Bir sonraki hamleyi kestiremediğim için tasmayı kısaltıp ben de heykel oyununa katıldım. A, karşımdakiler de öyle... E, nereye kadar duracağız? İstediğin kadar çek, kıpırdamıyorlar yerlerinden. En iyisi muhabbete girmek. 

"Saldırmayı mı düşünüyor?" dedim. "Hayır, bizimki saldırgan değil." dedi. Benimki tipsiz ya... Saldırması beklenen o. "Ben de bunun saldırdığını görmedim tam, tersine biraz tırsak" dedim.  ufak ufak hareketlendik. Önce burunlar birleşti. Kuyruklar sallandı, sonra popolara sıra geldi. Hah! Kurtulduk... Bir anlamsız sevinç halesiyle sarıldık... tasmalara dolandık... Sonra karşılıklı sahiplere selam verildi. Kendini sevdirirken sorun yok da, senin diğeri sevmen sorun oluyor. İkisi de diğerine "sırnaşma lan! o benim" tehdidi savurdu. Hııırrrr!

Ve eve dönüş... "Ver patini bakayım. Aferin oğlum!" Ayaklar silindi. Yine bir anlamsız sevinç ve kuyruk sallama hali... Ne oluyor? Haaaa... Ödül istiyorsun. Ödülü unutmadığına göre ayak sildirmeyi de unutmayacak. İyi. Verelim bakalım. Aldı salonun eşiğine gitti. Sonra havada gördüm! Nasıl yaaa? Havadan cup! diye koltuğun üstüne kondu... Amanın! O koca beden nasıl zıplar öyle? Daha önemlisi... Polat alemdar kıvamında bir yaratığı bu denli zıplatacak ne var o ödülde? Neden bizim için de böyle mutluluk veren bir şey yok? 

Ve sabah! 
Büyük bir şangırtıyla aynen panço gibi havalandım yataktan! Hani böyle şangırtılar falan duyunca insanlar "yataktan deprem oldu" korkusuyla kalktıklarını söylerler ya... Ben de öyle olmadı. "Eyvah! Evin hangi kısmını çökertti ?" diye fırladım. Anında cevabı buldum. Ayna! Kapının girişinde duvara dayalı duran boy aynası! Kimse dokunmuyordu ki o aynaya... O yüzden dayalı olmasının bir sakıncası yoktu. Kıçıyla mı, kuyruğuyla mı devirdi bilemem. Belki de aynadaki suretiyle oynamaya kalkmıştır. Ayna umurumda değildi. Üstüne düştüyse, kıymaya dönmüştür diye korktum. 

Elim ayağım titreyerek açtım kapıyı, yediği haltın başında,  kuyruk sallayarak karşıladı. Öküüüz! Tasmasından tuttuğum gibi salona kapattım iti! İşte böyle anlarda ne Panço ne canım, ne oğlum falan  yok... "Yürü lan, it!" 
Sabahın altı buçuğunda 170 cm lik ayna kırığı temizlemeyecektim, "hadi gel benimle!" demeseydim.  Ne yapalım. Hataları süpürürüz, toplarız, atarız. 

Ayna kırılınca uğursuzluk gelir ya aklına... Benim tam tersi oldu. "Vay be! Büyük bir şans geliyor!" dedim. Tamam yaa, ben tersimdir! Arabayı da geri geri daha iyi kullanmıştım zaten. 
Salkımsöğüt sen bir devri tamamladın ya, bu ayna da yıllar önce sen ofisini kapatırken bana gönderdiğin aynaydı. Arada çatlak kalmasın dedi Panço.  Tıkadık sıvadık. 


Sabah kargalar daha cıvıldamazken yapılan ev temizliğinden sonra, yürüyüşe çıktık. Birgün önce kakasını yapmamıştı beyefendi... Büyük bir torba aldım yanıma... Mahalleyi çişimizle kutsadıktan sonra parka girer girmez yaptı. Allahım! Şu bok toplama faslı yok muuuu!!!!! Gözünü seveyim kedinin yaaa... Kurban olayım ben ona yaaaa! Mısırlılar biliyorlarmış bu işi.. Mezarlarına bile koymuşlar kedi totemlerini... Kutsalım,  pirim, pir-ü pakım benim yaa... 

Eğer köpek birgün önce kakasını yapmadıysa ilk yaptığına oldu bitti gözüyle bakılmamalıymış... O gün sokağa çıkarken iki torba alınması gerekiyormuşmuş... Bugün bunu öğrendim. Beş dakika sonra ilki kadar büyük bir boşaltma daha yaptı. Etrafa farkında değilmişim gibi bakınıp salına salına uzadım ordan... 

Eve döndüğümüzde, bu kez ödül yerine mamasını yedi. Hiç yüz vermedim. Aynayı mı ödüllendireyim? Hıh!
Sonra... Divanda son marifetini buldum. Gizli marifetini. Mutfağa girmiyor diye pek bir seviniyordum. Meğer beni uyuttuktan sonra keşif yapıyormuş... Masanın üzerine kağıdıyla bıraktığım ve sabah kuşlara vermeyi düşündüğüm bayat poğaça kağıdı ütülenmiş halde divanda duruyor! Ve etrafta ufacık bir iki kırıntı. Vay puşt, vay! Gece boş durmamış ağzı. Panço hırsız! Belki hepsi öyledir! 
Ya bu kesinlikle bir planı uyguluyor. Beni uyutuyor, kandırıyor! Bildiğini okuyor!
O korkuları da hikaye çıkacak yakında. Söylemedi, demeyin! 

Ha, bu arada kediye özel servis var. Ayna kıyametinden sonra tabii ki divanın altında kutu kılığına girmişti. Fırça sesiyle çıktı. Suyunu ayağına götürdük. Sonra kucaklayıp çiş kutusuna... Götürmesem aklına gelmeyecekmiş gibi davranıyor. O da buna alışırsa ben bir tasma ve iki kayış takacağım ve birini pançoya birini pumaya vereceğim... Artık onlar ilgilensin benimle...  Ne bu be!

12 Temmuz 2011 Salı

Emir ya da hile, ödül her zaman işe yarıyor.


Yeni dönem politikacılar da bunu uygulamıyor mu? 

Egzama ilacını yalamaması için dışarı çıkarken sürmem gerekiyor. Unuttum. Evdeyken sürünce yalamaması için hile yaptım ben de... Ödül kemiğini verdim. Dişlerimiz yine bilendi. Kemik adeta soyuldu. Üst kabukla boğuşuldu. İlaç unutuldu. 


Kemiğin yan dişlerle yumuşatılma hali... Kafa yere yapışmış, pençe kaçmasın diye tutuyor. İnce iş valla. 
Dün tamamını bitirmişti, bugün bir kısmını bıraktı. Ama saklamadı. Yer bulamadı henüz...  Arkasında görünen sandığı boyamam gerekiyor. Kapağı boyandı. Hem de dün, Panço'nun eşliğinde... Minderi dikiliyor. Eğer bunlar bırakırsa puf olacak, o koltuğa oturup ayağımı uzatıp kitap okuyacağım. 
Dün gelen bir maili açtım. İki kedi mırıl mırıl sohbet ediyor. Daha ilk miyavda yerimden zıpladım. Panço miik sesini duyar duymaz top gibi patladı yanımda. Gecenin bir vakti, ramazan davulu gibi bir ses! Bir tırnaklamadığım kaldı. Bir bağırmışım. "Heeeeoooaaa-aaa-hhrrrşşşaaa-ho! Bok!"(Diğerini ben de çözemedim, ne olduğunu sormayın!) Aynı anda elim de masaya pat diye vurdu. "Kedilere dokun bak ben seni ne yapıyorum!" Anladığını varsayıyorum. Anlamıştır. Her bir boktan duyguyu anlıyor da bunu mu anlamayacak! Anladım numarası yapabilir ancak. Yemezler. 

Sabah onu gezdirdikten sonra kızımın fırça, yemek ve okşaşma vakti geldi. Fırçadan çıkan tüyleri alıp hazretin burnuna soktum! "İğrençsin!" der gibi bakıp yutkundu. 

Bir torba dolusu kedi tüyü koklatacağım ona her gün... Aşık olana dek!

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Panço'yla dördüncü gün


Bütün mesele tasmaymış!!!!!
Öğleden sonra tasmayı alıp Erkan'a götürdüm. İki delik daha açtı sağolsun. Bir koşu eve gidip yeni tasmayı taktım... Tüh, yanlış delik! Yürürken yine lambır lumbur sallanınca ve panço hafif inat edince uyandım. Sıkıştırma harekatı gerçekleştirildi. A!! Birden beni ciddiye almaya başladı. En rahat en keyifli yürüyüşümüzü yaptık! 
Ciddiyetin ölçüsü, ne ses ne ısrar ne de kararlılıkmış... Sağlam tutulduğuna inanmak istiyormuş!
Parkta oyun arkadaşı da bulduk! Yakında onları otoparklarında ziyaret edeceğiz. Birlikte rahatça oynasınlar diye... Sabah grup halinde sahile gezi yapıyorlarmış... Eyvallah! Biz de katılırız. Diğer üyelerle tanışalım da... Bir sorun çıkmazsa... Dişilere düşkün tabii doğal olarak... Eğer arada baskın büyük bir erkek varsa, rakip olursa, sıçtık! Gerçi bunlar kısır, belki olmaz. Beyinleri de kısır mıdır acaba? Göreceğiz. 

Bugünkü yeniliklerden biri de Erkan'ın hediyesi ödül kemiğini beş dakika içinde silip süpürmesi oldu. Daha önce verdiğimde hiç ilgi göstermemişti. Kıçına yer ettiğine inanmaya başladı galiba... Ya da ben inanmaya başladım. Her ikisi de deyip olayı kapatalım :)

Bir başka yenilik: Eve girdikten sonra ayaklarını sildirdi. Arka ayakta hafif bir direnç olsa da... dönüp elimi yaladı sadece... Isırsaydı ben de kıçını ısıracaktım! Sürü lideri benim ya... Dalaşırmışız mesela... Amma komik olurdu! 

Erkan geçen günlerde kehanet gibi bir laf etmişti... "Bir köpek lazım, sonra da bir papağan" dedi... Harbiden, kendini kafeste güvenceye almış birinin, olan bitenle dalga geçmesi lazım. Acaba ilk hangimiz yolarız onu? 

Ben önce yukardaki kadın gibi olmak istiyorum... Kediler ve köpeklerle... sonra diğerleri de gelir nasılsa... Tavuklar, ördekler... Hatta bir tilki.... (hayal etmekte ne zarar var?) 

Geleceği geleceğe bırakalım... Bugün keyifliydi... Tadını çıkartayım... Kedim kuru mama yemeyi bıraktı kendiliğinden... Tüyleri yumuşamış, kepeği azalmış... Bir ara bir yazı okumuştum... Kuru mamaların kediler için iddia edildiği kadar iyi olmadığına dair. veteriner " Kuru mamalar tahıl ağırlıklıdır, siz hiç tahıl silosuna doğru koşan kedi gördünüz mü?" diye soruyordu. Haklıymış. Oğlanın gelişi kızımın daha genç görünmesine neden oldu.  Sokağa hep bileklikle çıkardım... Artık takmıyorum. Sol omzumda ağrı vardı... Artık yok... Panço bana da yaradı... Kaslarımı çalıştırdım. dört günde böyle olursa  dört ayda neler olur acaba? Vay be! 


10 Temmuz 2011 Pazar

Macerayı yaratan onlar mı ben miyim?

Kesinlikle benim.

Bugünkü hezimetten sonra bir koşu gidip kitabı aldım.  "Cesar Millan, Ailenizin Bir Üyesi"
Hızlıca karıştırdım. Sonlara doğru karısıyla yapılan bir konuşma var... Evliliklerinin başında ne kadar sorunlu olduklarını, kocasının maçoluğuna dayanamadığını anlatıyor. Sonra bir evlilik danışmanına gidiyorlar. Ve orada birbirlerinden ne istediklerini anlatıyorlar. Ve ilişkilerine ilk kez kurallar, engeller ve sınır konuyor. Köpekleri eğitirken neyin, nasıl yapılacağını bulmaya çalışan Cesar da böylece işin püf noktasını buluyor!

Yani bir köpeği eğitebilirseniz, erkeğinizi de eğitirsiniz demeye getiriyor hatun! (ya da benim böylesi işime geliyor) Bayıldım!

 Neden danışanlarınızın çoğu kadın, diye sormuşlar.  "kadınlar köpeklerle erkekler kadar başarılı olmadığı için değil. Bence bunun cevabı, sürüyü bir arada tutmak için ölümüne mücadele etme özelliğinin kadının doğasında olmasıdır. Kadın/erkek, anne/çocuk, ya da sahip/köpek ne tür olduğu hiç farketmez, biz kadınlar her türden ilişki için çaba sarfetmeye,  emek vermeye ve düzeltmek için ne gerekiyorsa yapmaya istekliyizdir."

İşte onun için doğadaki en cesur ve yırtıcı varlık her türün dişisidir.

Arkadaşlarımı dinledim, doğru söylüyorlardı... Kitabı parça parça okudum. O da doğru şeyler söylüyor. En azından nerde yanlış yaptığımı farkettim. Köpek alırken, ailenizin enerji durumunu gözönüne alın diyor. Sportif bir aileyseniz, hareketli, sizin gibi enerjisi yüksek bir köpek seçin... Değilse, köşe yastıklarından bir tane alın.

Benim aile ise hepten vahim. Bütün gün oturan, yazan biri ve bütün gün uyuyan, duygusal, ödlek bir kedi. Ve bu ailenin ortasına güm diye anıları, iyi, kötü deneyimleri olan bir yaratık düşüyor. Kitapların ve bilgilerin yaraya merhem olmadığı bir noktadayız...

Nihavent kızımı sormuşsun. Karnımda solucanlar dolanıyor onun yüzünden. Herhalde son üç günde üç kilo falan vermişimdir. Uyku yok, yemek yok... Sanırsın aşığım! (Bahama Kartalı böyle zıpır bir yorum yaptı :)))

Kitaba göre bir eve alınan ve sonra terkedilen köpekler için bu idamdan betermiş. Yani, seninle uyum içinde değiliz yolumuzu ayıralım diyemeyeceğim bu hayatımdaki tek erkeğe... Çekip vursam daha iyi olur. Onun için bütün önerileri, kitapları bir kenara atıp bildiğimi okumaya karar verdim. Benim aile ikiye bölünmüş durumda. Bunu kabul edince, kızımı sıkıştığı o divanın altındaki kutuların arasından çıkartıp battaniyesine ve yumuşak divana kavuşturunca ve yemeğini yedirtebilince içim rahatladı. O bölüm artık onun kalesi. Evet ev küçüldü. Ne yapalım. Ben yanlış bir karar verdim diye ikisini de öldüreyim mi? Sorumluluk bana ait. Panço da bunu hissetti. Bütün duygularımı hissediyor. Ve kendinin eve ait olduğunu anladı ve eskiden kedimin mekanı olan divana yerleşti. Yakıştı da puşt!

Erkan bugün çok işime gelen bir şey söyledi. "Siz hayatınızı köpeğe göre düzenlemeyeceksiniz, köpek sizin hayatınıza uyum sağlayacak" dedi. Sağol Erkan be... Tarla kuşu olmak hiç bana göre değil.  En azından saat 10 a kadar uyumak bana daha iyi gelecek sanırım. Gecelerimi özledim. Uykularımı özledim. Bunları yazarken Panço'nun karşımda uyuyor olması huzur veriyor. Herşey karar vermekle ilgili. Bunları yazmaya başlamadan önce Nihavent'in blogunda güzel bir yazı okudum. Tam da şu anıma uyuyor. Karar vermek. önemli olan bu. Yanlışını da kabulleneceksin, (sıkıysa inkar et) doğrunun da tadını çıkartacaksın.

Salkımsöğüt'cüm, sen de haklısın. Ben otorite olmayı seviyorum. Kuralların canı cehenneme dediğim an, kendim oldum.

A planımı dinlediniz. Bir de B planım var.

Eğer hiç bir biçimde huzuru yakalayamazsak, zaman geçse de kızım ortaya çıkmaya karar vermezse ve işler vahim bir hal alırsa, köpek yetiştirme çiftliğine göndermeyi düşünürüm Panço'yu... K9 olur. Fena mı? :)))) Ama asla sokağa bırakmam yeniden. Tabii kendi isteği ile kaçmaz ve beni bir daha tanımak istemezse. Ama öyle bir niyeti olduğunu sanmıyorum. Cuma'dan Pazar'a bu kadar yol aldıysak... Bu iş yürür gibi geliyor bana. Memo'nun günlüğüne benzetmiş bu seriyi Nihavent. Seni mi kıracağım arkadaşım, "Panço'nun günlüğü" derim ben de... Çok bilindik bir geyikle bitireyim bugünlük bari...

"Lanet olsun içimdeki hayvan sevgisine!"

Yarın köpek sahipleri ile muhabbeti yazacağım... O da ayrı bir alemmiş meğersem... Bilmediğim bir dünyaya girdim.

Köpekler neden sokaklara düşer?

Bugün öğrendim.


Pazar sabahı  duşumu alıp (hep ceksın mı duş alır?) 7.30 gibi (beni tanıyanlar bunun ne anlama geldiğini bilir) çıktık PANÇO'yla...

Çocukken kedilerimin ismi hep Panço'ydu. Hem eski kedilerime bir gönderme hem nostalji hem Sait Faik'e bir selam olsun demiştim...

Işıklara gelince öldür Allah karşıya geçmedi. Ya eski yerine götürüp bırakacağımı sandı  ya da yıkandığı yeri hatırladı deyip ısrar etmedim. Ara sokaklarda,  pazarın sakinliğini yaşarız dedim...

Bir köşeyi döndük. Albino bir Amerikan Boxer'la gelen iki kişiyi gördük, midilliden büyük, muhteşem bir yaratık. 50 metre ötedeyiz. Amanın! Tasma yine elimde kaldı. Panço, korktuğunda kılçığa dönüşüyor. Ne kadar sıkarsam sıkayım tokayı çıkmayı başarıyor. Topukladı gitti. Adamlar durdular onun paniğini anlayıp. Dünden talimliyim ya... Peşine düştüm. Sakin. Nasıl olsa bekleyecek bir yerde beni... Koşturdu, durdu, yine koşturdu... Sonunda beni takip etmeye karar verdi. Yolumuzu değiştirdik... Belki eski günlerin anısına serbest kalmak istiyor dedim... Tasmayı takmaya da yanaşmıyor zaten... Bir bahçenin önünden geçerken olan oldu. Bir apartman görevlisi genç bir kadın sokak köpekleriyle kedilerini besliyordu. Köpekler yemeklerini savundular... Benimki yine topukladı. İki köpek de peşinden. Kendi sınıfından olduklarını anladı galiba, durdu... Bir tanesi yanına gitti, koklaştılar, anlaştılar. Tıkır tıkır döndü. Kadınla da tanıştı. Ama en çok elindeki kemik dolu torbayla ilgilendi. Kedilerle içiçe yemek yenen sofra beni de imrendirdi doğrusu... Doğal bir barış ortamı. Kedilerden biri Panço'ya pıklayıp yerinden zıplattı. "hayır!" yapıştırdık. Durdu. Ama bir türlü gitmiyor. Çekiyorum, kızıyor. Otoritemi gösteriyorum sözüm ona. "Hayır" Yürü" !!!! Komutun bini bir para. Bu arada tasmayı da takmayı başardım. Omzuna küçük bir şaplak bile yedi. Nihayet ikna oldu... Ama aklı torbada kalarak... Sessizce eve döndük. Mamasını yedi. Yanıma gelmedi,  kapının önünde yatıyor. Küs küs bakıyor. Çünkü beni hayalkırıklığına uğrattığının farkında. Tüylerle beraber o ağır abi gitti. Yerine başka bir şey geldi. Eskiye kaydı aklı. Derdi özgürlükse saygı duyarım. Ama bu ürkeklikle nasıl yaşar ki sokakta?

Onca faça mı bu kadar ürkek yaptı bunu? Yoksa ürkek ve kavgayı bilmez olduğu için mi o kadar yara aldı? Bunun cevabını "köpeklere fısıldayan adam" verir belki. Bugün gidip kitabını alacağım. Kulağındaki küpe de biraz daha dursun. Kaçmaya eğilimli... İçim eziliyor. Ama elimden geleni sonuna kadar deneyeceğim. Keşke benim peşime düşeceğine, onun ne istediğini anlayan birine gitseydi.  Ama bana geldi. Salkımsöğüt'ün dediğine göre ben otoritermişim, severmişim ama kullanmak istemezmişim... "Onu öğretecek sana" dedi. Kullanmayı... Sihirli komut lafını bilsem, kullanmayan ne olsun! Galiba benim burcumu değiştirmem gerekecek. Mahkeme kararıyla olur mu ki? İnsan yay olunca önemli olan tek şey, eşitlik ve özgürlük oluyor. Herkesten daha fazla inanıyorsun. Otorite sadece kendin için kendine uygulayabileceğin bir şey bana göre... Her hangi bir şeyi yönetmek istiyor muyum acaba? Kedilerle anlaşmam bu yüzden mi? Neee bileyim yahu? Bakacağız artık.

Kesin olan bir şey varsa... Panço değil onun adı. Tontiş, Ponçik falan koyacağım galiba... Biraz daha adsız kalsın. Az önce karnını açtı sevdirdi. Utanıyor galiba. Tasmaya iki delik daha açmam lazım.


Tamam yeter! Anlaşıldı. Köpekler sıkıcı yaratıklar, muhabbetleri de öyle! Kestim. Ben kabağı sulamaya devam edeceğim.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Sinir sistemi olan her varlığın sabrının sınırı var

Benim melezin de varmış...

İki gün içinde üçüncü defa veterinere götürünce anladım. Daha adımını atar atmaz durdu, kokladı. "Hayy ....! Ben burayı biliyorum, yemezler!" dedi. Çekmeye çalışırken, traş olmuş köpeğin tasmasının bir tık daha kısaltılması gerektiğini öğrendim. Başını eğdi tasmayı kolye gibi çıkartıp vınnn!

Ben de salak salak bakmanın büyü olmadığına, kaçanı geri getirmeyeceğine uyanıp peşine düştüm... Benden birkaç milyon adım öndeydi tabii... Apartman bahçelerine dalmakta sakınca görmedi. Üçüncü köşeyi dönerken, trafik korkusunu hesaplayıp geri döndüm ve karşısına çıktım. Yeteri kadar kurnaz olmadığını anladı. Yine başını eğdi ve
tasmayı taktı. Bu kez tasmasına asıldım. Boşluğu kendi lehime kullandım. Ve sokabildim veterinere... İlacımızı olduk, pomatımızı aldık. Amanın özgürlük! Aç kapıyı gidelim. Evimize gidelim!

Haklı yahu! Ben de iki günde üç doktor görmek istemezdim.

Sonra Dilek'in telefonu yetişti imdadıma... İki goldenı ve iki kedisi evde, bir çoğuda kapı önünde... "Hemen kapıları aç." dedi...  Deneyimli. Güvendim. Açtım. Salona yerleşti oğlan. Zaten o, uslu, hiç bir şeye dokunmuyor dediğim yaratık, ortalığı epey bir dağıtmış... Oyun oynamayı mı keşfetti ne? Neyse... şunları yazarken bile yüreğim daralıyor. Gecenin bir vakti, üçüncü türden bir karşılaşma gerçekleşirse? Ben yine mi uykusuz kalacağım bu gece? Kahveyi içmek yerine oturup bütün paketi yesem daha iyi. Kalbim belki yerinden fırlar gider, bir duvara yapışıp dinlenir.

Oğlan kızın kokusunu aldı. Kız da onun, illaki... oy ben nerelere gideyim? Ben başıma ne işler açtım? imdat...

Kabak demişken...




Kendi kabağım beni buldu ve başıma patladı :) Aşağıda gördüğünüz hala ismini bulamadığım şahsiyet 7 Temmuz gecesi, Yasemin'le kitapçı, atölye, malzeme alışverişi, arkasından kahve ve sonra bira muhabbetinden dönerken, Pet Premier'in önünde rastladım bu yakışıklıya. Erkan, kanı kedilere bir türlü ısınmayan (bir tanesi hariç) köpeklere düşkün, ama köpeklerin resmen ona aşık olduğunu gördüğüm bir arkadaş. Tabii ki bu sokak elemanını da beslemiş. (Köpekleri hiç geri çevirmez.) Duvar dibinde oturuyordu. "A, sen ne güzelsin yahu!" deyip başını okşadım. Sadece bu. "A, ben de seni bekliyordum! Hadi gidelim!" dedi. Israrlı, kararlı, peşime düştü. Düşer bunlar insanın peşine... ama bir yerde sıkılırlar, ilgileri dağılır. Karşı cinsin kokusu ya da yemek kokusu ya da onların beyinlerinde hangi düğmeye bastığı bilinmeyen bir kokuyla neyi izlediklerini unutup giderler. Bu unutmadı. "Oğlum, git işine ya... Nereye geliyorsun? Dön hadi" dedim, tınmadı. Önümde genç bir adam yürüyordu. Kiminle konuştuğumu merak edip döndü. Halimizi görünce güldü tabii ki... Gecenin bir vakti köpeği yapmak istediğinin dışında bir şeye ikna etmeye çalışan bir cahil gördü. "Çocuklarla, köpekler kimi seveceklerini bilirler!" deyip gitti. 
"Kendini yamamak için elçi mi tuttun lan" dedim. Cevap vermedi.  
Trafik ışıklarına geldik. Koca bir cadde geçilecek. İşte burda kalır. Geri döner.  Mahallesinden epey uzaklaştı dedim. Safım tabii...   Işıklar yeşile döndü, ben arabaların arasından zikzak çizerek (hiç biri ışık tam kırmızı olduğunda durmaz ya) karşıya geçtim. Aaa! beyimiz, kurallara uyup arabaların önünden geçip yetişti. 
Sokağıma döndü... Bahçe kapısını açtığımda "Ha, burası mıydı?" diye sormadı bile... Açılan kapıdan benden önce girdi. 

Gece serinliğinde ağaçların altındaki sıralarda sohbet eden apartman komşularımdan bir genç kız çok korktu hazretten. Onlara yanaşmadı. Apartman kapısını geçip ön taraftaki bahçe kapısına gittik. Ordan benim de çıkacağımı sandı. Dışarı çıktı kapıyı kapattım. Çok şaşırdı! Hayalkırıklığını insanın yüzünde de görebiliyor insan, hayvanda da... Suratı olan her yaratık duygularını anlatıyor sanırım. Balıklar hariç! Ön dairede oturan komşularım da ilgi gösterdi misafirleri genç kız balkondan atlayıp gelmeye kalktı sevmek için. "kapıdan gelsen daha iyi, nasılsa gitmiyor" dedim. Gitmediği gibi, bahçenin demir kapısını açmaya çalışıyordu. Kardeşi köpekten korkan komşum da onu eve çıkarttı ve elinde bir tas suyla geldi. Bahçe kapısı açıldı içeri girdi. Suyunu içti. Apartman kapısının önün yattı. Gitmiyor. "Evde kedim var, alamam ki ben seni." Ama apartmanda
bir sürü köpek ve kedi sahibi var. Bu yarım dünya orda yatacak ve giren çıkanı taciz edecek. Artık onu ordan çıkarmak da zor. Neyse yukarı çıktım. Unutmak için. Tam ışığımı yakıp perdeleri kapatırken bahçede bir kedi! Yatan yaratığa bakıyor kocaman gözlerle. "Bu ne ayak be! Ne işi var bunun burda? Uyuyor galiba... şöyle bir gitsem yanına... Koklasam falan..." minik adımlar, komanda sürünüşüyle gidiyor üstüne... Amının! Dur be! O talimlidir, kedi kovalamaya. Sürek avı bile yapmıştır yaw... Yol boyu yanından geçtiğimiz kedilere aldırmadı ama... Belli mi olur? İt o. Bildiğin sokak mafyası! Hemen balkona koştum. Amanın. Uyuyor. Hiç bir şey umrunda değil. Ama beni görünce melül melül bakmaya başladı... Bir başka komşum işten dönüyordu o sırada... Bizim muhabbetimize katıldı. Macerasını anlattım. Bizimki kalkıp kedinin yanına doğru salına salına gitmeye başlayınca kendimi aşağıda buldum. 
"Heheheh... İyi kandırdım değil mi?" suratıyla döndü, eski yerine yattı.  Sohbet ettik komşumla...  O da yattığı yerde dinledi...  Offf off of! diye sesler çıkardı. Sonucu biliyordu sanırım. Ben geciktirdikçe sıkıldı. Balkona mı koysam acaba? dedim... Neden dedim? Allah biliyor! Kesinlikle bir akıl yok bu cümlede! İçgüdüsel, duygusal,  mantıksız ve delice! Deneme yaptık. Gel dedim. Baktı. Tamam gelmeyecek dedim... Gittim kapıyı açtım. Komşumla içeri girdik... Daha kapı kapanmadan, merdivenlerden inip aramızdan girdi. Ve doğru asansöre gitti. Komşumla bakıştık. O da evinde kedileri olduğu için başımda patlayan kabağın büyüklüğünü hissetti ve sanırım çok acıdı bana. Yardım istedim. Eve sokarken kedim onu görecek. Bu nereye gidecek girer girmez belli değil... A, evde varmış av mı diyecek? Neyse içeri girdik. Poposundan itip çalışma odasına sürdüm... sonra balkona... Sonra kapıyı kapattım. Kalbimim atışı boğazımda kapıya döndüm aptal bir sırıtışla... Delice  alınan kararların adrenalini olağanüstü oluyor... Drug kullananlara acıyorum... Bunun tadı hiç bir şeyde yok! 
Bu koca gemi içeri girerken gördü kedim. Koltuğun altına tıkıştırmış kendini. Bir saat sonra falan çıktı ordan. Daha rahat olan divanın altına koşturdu. Baktı ses falan yok. Çıkıp geldi, fırçayla kendimi affetirmeye çalıştım. Yemeğini yemeğe bile razı oldu. Ama sanırım tuvaletine giderken balkonda bir yaratık olduğuna uyandı. gidip baktı ve divanın altından dün geceye kadar çıkmadı. Kabak no: 2 Küsmüş bir kedim var. 
Ve ben o gece hiç uyumadım. Yemek yiyemedim. Adrenalin bir türlü inmedi anasını satayım. Sabahın köründe  aradım arkadaşlarımı. Şok geçirdiler tabii... O saatte aradığım vaki değil ki... Belki henüz yatmak üzereyken falan olmuştur. 



Balkondaki yabancıya bir tas su verildi. Bir de kilim atıldı. Kilimi görünce misafir edileceğine inandı hemen kendini üstüne atıp uyku pozunu aldı. Yukarıdaki resimde görünen turuncu kap benim süzgecimin altı... O sabah kedimin mamalarını ödünç alıp konserveyle karıştırıp verdiğim mamasının 30 saniye de temizlenmiş hali... o kap artık saksı olacak! Yeni kapları minik leğen biçiminde... Yuh! dedim gördüğümde... Bu ne be! Kedilerin minik ve zariftir kapları... E, bu cüssedeki hayvana bu yakışır dediler... Bu zayıf haliymiş... Üç hafta içinde iyi bir bakımla daha da irileşirmiş... Kabaklar sulanınca büyür ya... Hayatımın değişeceğini biliyordum. Artık eskisi gibi olmayacak diyordum... Ama bu kadar mı olur be kardeşim ya... Evde kapı varmış benim. Aa! Şimdi onlar kapanmaya çalışılıyor... Tabii 4 yıldır hiç kapanmadıkları için, unutmuşlar işlevlerini... Tak tuk, güm pat sesleri duyuluyor artık benim evimde. Ev üçe ayrıldı. 
İki oda ve banyonun minik bir koridorla birleştiği yer Puma kılıklının... 
Çalışma odası ve balkon yeni elamanın. 
Salon, mutfak ve giriş, benim... 
Evde iki can var... Ama ben yalnızım! Ne kadar sürer bu durum bilmiyorum. Barışın geleceği günleri dört gözle bekliyorum. Biraz zor gibi... Biri 15 yaşında bir kedi... Biri yaşı henüz belli olmayan, son iki güne kadar özgür yaşamış bir köpek... Bendeniz de onları birbirleriyle uyum sağlasın diye umut eden bir salak! 
Ertesi gün hazret yıkanmaya gitti. Üç hatun tutup küvete sokamadık. Erkan gelip tek başına laap diye indirdi küvete. Vay canına! Kepek bakarken kas yapmak gerekiyor demek ki. Neyse hayatında yağmurdan başka su görmemiş tipi yıkamak çok matraktı. Çok korktu. Özellikle poposuna dokunulduğunda çok sinirlendi. Ama hiç ısırmaya kalkmadı. Tehdidi yetiyordu zaten. İlk kez sesini duydum. Boru gibi. Cüssesine yakışıyor. 
Sonra maması, kapları, tasması alındı. Erkan oyuncağını ve kemirme bisküvilerini de hediye etti ama, onlarla hiç ilgilenmiyor. Oyun oynamayı unutmuş... diğeriyle de ne yapacağını bilmiyor. 
Ve akşamüstü hemen arka sokaktaki veterinere gitti. Kuaför geldi ve traş oldu... Amanın...  O tüylerin altında ne çok façası varmış garibimin. Sokak maceralarını okuyabiliyorsun onlara bakınca... Hep soldan yemiş darbeyi... Koltuk altında da egzaması var... Kuyruğuna ve başındaki tüylere dokunmadılar ama, kendisinin bi tuhaf hale geldiğinin farkında... 


Onun için fotoğraf çekilirken biraz sitemli baktı. Artık balkondan çalışma odasına terfi etti. Ama köpekle yaşam deneyi olan Salkım söğüt'ün dedikleri bir bir çıkıyor. "Dur dur, bekle biraz, kıçına yer ettikten sonra daha fazla şey talep edecek" demişti. Bugün çiş gezimizden sonra ilk kez salona yöneldi. 
"Bir dakka ya, tek odalı değil bu ev... şuralara da bir bakayım.." 
 "tamam, gez bakalım" 
"Vay, ne çok çarpacak eşya var burda... Bu ne? Iyyy kedi kokuyor bu battaniye..." 
O benim kedim. Ona dokunursan seni yakarım"
 "Hıh!Çok korktum"
"Tamam, kokunu bıraktın, gezi bitti"
"Aa, yine mi bu oda! Balkon mu? Boşversene. Ben oralarda da dolanabilirim. Hadi yaa.. bırak!"
"HAYIR!"
"Neden?"
"Ne bileyim ben? Seninle ne bok yiyeeğimi daha yeni öğreniyorum. Sen biraz daha orda dur.! Haa... evet hatırladım. Hala pire ilacı yapılmadı. Her yere saçma o lanetleri. Bir de şu egzaman için bi çare bulalım... Sonra bakarız."  



"Tamam. Şimdilik susuyorum. Oturuyorum ama, suratımdaki ifadeyi görüyorsun değil mi? Hiç hoşnut değilim, bu durumdan. Bu oda çok küçük benim için."
"Benim için de... seninle birlikte daha da küçüldü... Üstelik ben kapalı kapıları sevmem. Ama birlikte yaşamayı öğreneceğiz. 

Bugün yine veteriner faslı var... Kulağındaki o berbat küpe çıkarılacak. Yara yapmış. Canı acıyor. Belediye daha özenli davransa keşke... Bu arada benim oğlanı (hemen benim oğlan oldu) herkes tanıyor. Esnafla arası çok iyi... Onlar da sahiplenilmesine çok sevindiler. "Helal olsun! diyen bile oldu. Bir de bana sor!
Ve daha ilginç olanı!
7 Temmuz gecesi, benimkine benzeyen bir sokak köpeği daha birinin eşine düşüyor ve takip ettiği adam tarafından sahipleniliyor! 
Organize mi bunlar? 
Bir teşkilatın, bir planın kurbanı mı olduk acaba?
Neyse... Onlar da öğrenmiştir... Ne de olsa binlerce yıldır bizimle yaşıyorlar... 
Henüz adı yok... Lütfen oğluma bir ad bulun. Aklınızdakileri yazın. Kedilerimde hiç zorlanmam  isim konusunda... Ama bu yeni bir eleman... Gamsız dedim, kimse sevmedi... Erkan, "yıllarca sokakta sefil bir hayat sürmüş, akıllı bir hayvanın bundan sonra daha iyi bir isme hakkı yok mu? dedi... Evet. Var.
Hadi ona bir isim bulun. Lütfen Şanslı olmasın... Çok klasik :)