28 Haziran 2011 Salı

kıl listesi 12

Sanal dünyanın reklamlarıııııııı... topunuza kıl oluyorum!




Okuduğum gazetenin, derginin içine ettiğiniz için hepinizi tek tek not alıyorum asla sizin ürünlerinizi almayacağım!

Gazetede haberi tıklıyorsun "6 saniye sonra sayfaya ulaşacaksınız". Kapat işareti var. Tıklıyorsun donuyor... 6 saniyeyi öp başına koy!  16 saniye aptal aptal bakışıyoruz!

Yeni bir habere tıkla... hazret hazır!

Şimdi ki kıl favorim JUMBO Ev manya dergisinden gelen maillerde her tıkladığım yerden çıkıyor. Bazısı kayboluyor ne hikmetse,  bazısı asla bulunduğu yeri terketmiyor. Yazının üstü, resmin üstü... farketmiyor.

Agresif ve saygısız bir reklam tarzını seçen tüm şirketleri lanetliyorum. Hayatımın sonuna dek sizden tek bir ürün evime girmeyecek. Bu müşterinin tercihiyse batmayı hakediyor, ama reklam verdiği mecranın tercihiyse adamları üste para alarak batırıyorlar. Bana ne! Üretici önce tüketici olmayı öğrensin! Nasıl göründüğünü algılasın! Yani yine batmayı hakediyor!

Listeye katkılarınızı bekliyorum!

26 Haziran 2011 Pazar

nihavent'in resimleri


Çerçevesini merak ediyordu Nihavent! Çok şaşıracak! Yakışmamış mı?


Salonumdaki okuma köşesine de yakıştı


Nihavent'in baykuşu çalışma odamda kitaplığımın yanında


O çiçekleri ne yapacağımı merak etmişti Nihavent. gözüme kestirdiğim sulama kabının öncesi...


Bu da sonrası...  Yapışkan kağıtlar var ya... İşte onlardan arta kalanları yine atmaya kıyamamıştım...  Pratik... Kes, yapıştır! 


Artakalanlar. Attım mı? Hayııııır!!! Ya başka bir şeye lazım olursa???

23 Haziran 2011 Perşembe

hayat boka sarınca....




Bu çiçekler ortaya çıkmak zorundaydı. Herşey karşıtıyla vardır.  Güzel değil mi? Dün gece şakır şukur bunları yaptım. 



Şakır şukur ses çıkaran makas değil. Ben de değilim. Bu küçük alet. Bildiğimiz zımba. Büyüğü var, daha küçüğü var...  Bu ortancası. Fiatı makul olanı. Yıldızı var, kedisi, balığı, çiçeği, böceği var... Neden var? Dünya boka sarınca güzel bir şeyler görmek için var. Vazgeçmemek için var... Yüreği aklı sağlam tutmak için var... Demir işlesin de kararmasın diye var... Oturup sızlanmayalım, kendimize acıyıp hem kendimizi hem çevreyi çürütmeyelim diye var. 
Dünyada yeterince bok var zaten, göt olup daha da bok etmeyelim diye var.


Kırmızı çiçekler hani şu kağıttan yapılmış poşetler var ya...  Metis'in kitap fuarındaki torbalarından biriydi kırmızı olan. Kirli çıkı olmanın yararlarından biri, atmamışım, Bir kutu dolusu çiçek oldu şimdi.  Gazeteden kestiğim çiçekleri de sevdim.  Scrapbooking malzemeleri satan yerlere bayılıyorum. Tam bana göre oyuncaklar.  Bence herkese göre oyuncaklar.  Üretmek isteyenlere tabii... Oturup kendine acımak isteyenlere lafım yok. 

Yalan! Olmaz olur mu? Kendi kendinizi tüketin lan! Yanınızdaki insanları özgür bırakın! Onları yemeyin. Gidin dağ başında falan ölün! Kurda kuşa yararınız olur belki. 
Acılarınızı akıtıp çevreyi kirletmeyin!

19 Haziran 2011 Pazar

kıl listesi 11


Kıl olduklarıma numara vermeye başladım artık... Öncekileri saymaya üşendiğim için 11 den başlattım...  Erdem'in yorumunda kitaptan sözetmesi de bir ampul yaktı beynimde. (%50 den sonra herşeyi ampul olarak görmeye başladım, haydi hayırlısı) artık kitap üzerinde çekeceğim bazı zımbırtıları... :) Şimdi hatırladım yaa... Bu zımbırtı lafına gıcık olmuştu birileri... Beni kovma nedenlerinden biri olarak bunu da saymışlardı... Adam olmaz benden :))) Ne zımbırtı lafından vazgeçiyor ne de zımbırtılardan.

Bugünkü kıl olduğum zımbırtı tişörtlerin içindeki etiketler... O kitabın üzerinde olanlar yani... Eskiden bunlar yumuşacık kumaştan pul kadar falan olurdu. Boyuna bakın! İiyi bir ölçü o kitap. Üzerine hayat hikayelerini yazacaklar utanmasalar! Kesince de kurtulmuyorsun anasını satayım! Dikişin içinde kalan bölüm habire batıyor beline bıçak gibi... Bunu yapanlar o giysileri giymiyorlar mı? Giyiyorlarsa derileri öküz derisi mi? (zavallı öküzlerin ne suçu varsa?) Bu eğilmez, bükülmez, kağıttan beter kumaşı keşfedenin de, bunu alıp etiket halinde işkenceye dönüştürenlerin de... !!!!!!

14 Haziran 2011 Salı

moruk kedinin maceraları :)


Kedim dişini kendi kendine çıkarttı, düşürdü, söktü... Ne denir ki bu duruma? Fırça faslı sırasında koltuğun üstüne buldum dişi. Aylardır çekti bu dişin acısını. Kökünü gördüğümde faltaşı gibi açıldı gözlerim. Ben bunu çekmeliyim dedim. Siyah fon olarak bulduğum kitap cuk oturdu bence bu temaya... Böyle bir dişle yaşadığınızı ve kendi kendine düşmesini beklediğinizi düşünsenize... En uygun kelime, kurtuldu! Kedim bu çürük dişten kurtuldu! Dişinden dolayı acı çektiğinden hep kuşkulandım ama, veterinerler diş taşı dediler. yemeklerine kattığım yosunlar da zaten bir yıl önce çıktı piyasaya... geride kalan 14 yılı temizlemeye yetmiyordu. Narkoz veremedikleri için hiç biri temizlemeye yanaşmadı. Sadece bir veteriner, Mustafa Tümer, eline kerpeteni alıp (belki daha fiyakalı bir ismi vardır o aletin ama, halk arasında adı  bildiğiniz kerpeten işte) yan tarafta şile'nin kayrak taşına benzeyen kitleleri tıkır tıkır kırdı. Oh kurtuldu derken hala ağzını sağa sola eğip diliyle bir şeyler yapıyordu. Meğer dişini halletmeye çalışıyormuş... Halletti. :)



Artık böyle keyifli kızım. Benim Pumakılıklı' m. Lazer oyuncağının tadını çıkartmaya başladı... Kırmızı noktaya saldırıyor artık :) Yeniden cilveler yapıyor. Ve en önemlisi.... Ağzı kokmuyor :) Bu arada ikinci mucize gerçekleşti...  Rastlantı sonucu...  Büyük keşiflerde olduğu gibi... Sardunyanın yarı solmuş çiçeklerini kopardığımda atmaya kıyamadım yarı canlı olanları küçük bir kasede suya koydum.  Sabah hepsini yerde buldum. (Ne halt ederse gece yapıyor. Sabırlı da... çünkü ben en erken sabah 4 de yatarım)
Kasedeki su da yarıya inmişti. Aaa! Suyu içmiş! Oysa her moruk kedi gibi su içmeme sorunu vardı. Mamasının yanında su olmasına rağmen. Ben de yaş mamasına birazcık su katıyordum, böbreklerini kurtaralım diye... Kabın içinde bir tane çiçek kalmıştı. Eliyle ona dokunup sonra içiyordu suyu. Onu izlerken sorunu anladım. Kızım suyu görmüyordu. Kokusunu alamıyordu.


çiçekler atıldı. Su tazelendi ve içine bir maydanoz yaprağı kondu... Kızım yine suyunu içti.


Ertesi gün, bir tane kiraz eşlik etti :)  Seda Sayan kıvamında bir kızım var artık. Suyunda gül yaprağı istemiyor ama, illa bir şey olsun istiyor :)

 
Sabah kuru masasını mutfakta yedi... Sonra gelip sehpanın üzerindeki  kirazlı suyundan kana kana içti.  Yaşlı kedisi olup da su içiremeyenlere yardımı olur belki bu gözlemimin... 

Ha bu arada, bloggera kıl olup duruyordum ya... izleyenleri, yorumları görmüyorum, yorum yazamıyorum diye... Sorun explorerdaymış... Nihaventle konuşurken çözdük sorunu. O girebildiği ve herşeyi görebildiği bilgisayarda firefox kullanıyormuş... Firefox'u yükledim. bu kez blogdaki karakedimi göremedim. Üşenmedim googlechrome u yükledim... şahane... herşeyi görüyorum. :)  Sorun tarayıcı millet, haberiniz olsun.. 

10 Haziran 2011 Cuma

bir durum mu var?


Var!
Kıl yumağı halindeyiz!
Bazı bilgisayarlardan yorum yazılıyor dedi arkadaşım. Bıdık pcyi açtım. Aa, ne güzel izleyiciler de yorumlar da görünüyor. Bir heves yorum yazmaya koyuldum Çayda Erimiş Püsküüt'e... Ding! yine aynı sorun! peki! Ben de anonymous'cuları eyleme çağırırım dedim! Çökertin lan bizi! Ağustos'u falan beklemeyin! Sansür başlamış zaten. Batırın herşeyi! dedim...
Ding!
Kayıt yapılamıyor!
Çayda erimiş püsküüt'e kitap önerisinde bulunmuştum.: Siktir et!
Yalanmış! Edemiyorum. Ben çok gıcık oldum bu blogger cılara...
Bir bakıma aldılar, rezil edip bıraktılar!
Ya hacker olacağım ya da yukardaki kardeşlere katılacağım! Üç silahşörler gibi...
Bilişemeyenlerin başı tehdit etmiş. Youtube ve twiter'ı kapatırız demiş...
Gel de üstlerine yürüme!
13 Haziran'ı merakla bekliyorum. Türkiye ya değişecek... Ya değişecek!

7 Haziran 2011 Salı

Çanakkale gezisi

Çanakkale Lisesi mezunları yine toplandık. Her yıl tekrarlanan Çanakkale gezimiz bu yıl Haziran ayına denk geldi. Serin bir havada çıkıp birden yazla karşılaştık. Çanakkale de yaşayan bir arkadaşımız kaz dağlarındaki ayazmada piknik planlamıştı. Mezelerimizi bile hazırlamış... Yol üstündeki konak gezisini bile... Bayramiç'deki Hadımoğlu konağından ayrıntılar çektim. Yukardaki resim, konağın avluya girişi...

Şöyle bir yerden giriyorsunuz... Kapıdaki bir arkadaşımızın ablası...

Konağın üst katındaki teras muhteşemdi...

haksız mıyım?

Konağa girişte böyle bir fıskiyeli havuz var. Hayalim! Evim olunca illa ki olacak. Yapamazsam leğen koyacağım ortaya... içine çiçekler iki de balık...

Odalardan birinin kapı girişinin üstündeki sıvalar dökülmüş... Deveye benzettim. Belki bu konakta yaşamış bir devenin hayaletidir :)))

Dolap kapakları... Ne garip zamanlarda yaşıyoruz. Lake, formika ya da dümdüz tahtaya mecburuz.

Halılar ayrı bir hikaye anlatıyor tabii ki... Bu motifi ilk kez gördüm gibi geldi... Merkeze yönelik oklar...


Ve ayazma... Baz istasyonuyla kirlenmemiş... Oksijen sarhoşu olabileceğiniz, nefis alabalık yiyebileceğiniz bir tatil yeri... Ağaçların insanlardan uzak olduklarında nasıl görkemli olduğuna dikkat edin. Çam ağaçlarının tepesini göremiyorduk. Kalem gibi ince uzun, alıp başlarını gitmişler. Piknik yaptığımız yerin yanında durduk... yolun hemen yanında su yolu var... taşlar ve ağaçlar... Bu üçlü öyle uyumluydu ki, yol yabancı duruyordu. sular gürleştiğinde yol da onlara boyun eğiyor sanırım.

Suyun berraklığını görüyor musunuz. Sanki yok gibi...


Bu da yolun diğer tarafı... aşağıya giden su... Yeşilin her tonu var...


Çanakkale sahili... İki yıl önce çekmiştim bunu... değişen çok şey yok şimdilik ama gittiğimizde sahil düzenlemesi ve yol yapımı vardı... Seçimler yüzünden mi yaz yüzünden mi bilemedim... Gelecek yıl daha farklı görebiliriz...


Ve dönüş zamanı... Feribotla Kilitbahir'e geçildi... Yol daha kısa aklınızda olsun. 7 dakika tutuyor. Sonra Eceabat'a gidildi. Timur arkadaşın cafesinde sakızlı kahvelerimizi içtik. Hemen yanındaki evin bahçesi deli gelincik doluydu...

Hadımoğlu konağının oymalarından bir ayrıntı... Zamana bağlı doğul eskitme olmuş... Meraklısına fikir verir diye çektim... Bu geziler çok kısa geliyor yahu... Doğanın bağrından ve arkadaşlardan sonra hala uyum sağlayamadım şehre...